Bir zamanlar sokaklarda yankılanan çocuk sesleri, kapı önlerine serilen halılar, evcilik oynayan, sek sek zıplayan çocuklar...
90'lı yılların çocukluğu bir başka güzeldi. O dönemde çocuklar arasındaki kavgalar uzun sürmez, zorbalık bu denli yaygın olmazdı. Elbette o zaman da ahlaki olarak zayıf insanlar vardı ama bugünle kıyaslandığında, çocukluk saf, samimi ve doğal bir zamandı. Teknolojinin hayatımıza bu kadar entegre olmadığı dönemlerde, çocuklar fiziksel oyunlarla, sokakta arkadaşlarıyla birebir iletişim kurarak büyüyordu.
Komşuluk ilişkileri daha sıkıydı, apartman önlerinde anneler bir araya gelip sohbet ederken, çocuklar birlikte oyun kurardı. Oyunlar hayal gücüyle şekillenirdi, eğlencenin merkezinde pahalı oyuncaklar değil, kapıya serilen halının üzerinde paylaşım ve birlikte vakit geçirmek vardı.
Bugünse çocuklar daha konuşmayı öğrenmeden teknolojiye maruz kalıyor. Mesela, benim yeğenlerim konuşmadan önce anne ve babalarının telefon şifresini biliyordu. Birçok kişi bu durumu "akıllılık" olarak görebilir, ancak bilimsel araştırmalar çocuklarda konuşma gecikmesinin, ebeveynlerinin yoğun telefon kullanımıyla doğrudan ilişkili olduğunu gösteriyor. Sussun aman ağlamasın diye verilen tablet, telefon ona aslında zarar veriyor. Teknolojinin faydalarını inkâr etmek elbette mümkün değil, ancak geldiğimiz noktada hem zihinsel hem de fiziksel olarak büyük bir gerileme yaşıyoruz. Artık çocuklar sokakta koşmak yerine tablet ekranında vakit geçiriyor, enerjilerini harcayamayan bir nesil yetişiyor.
90'larda eğitim alan çocuklar çarpım tablosunu ezbere bilir, okuma yarışmaları düzenlenirdi. Kitap okumak, bilgiye doğrudan ulaşmanın en değerli yollarından biriydi. Şimdi ise çocuklar ödevlerini yapay zekaya yaptırıyor, belli bir yaş aralığına bu şaka gibi gelebilir ama doğru ödevlerini yapay zekaya yaptırıyorlar. internetten hazır cevaplar alarak eleştirisel düşünme becerilerini geliştiremiyor, 2x2 ‘yi hesaplayamıyorlar. Öğrenme sürecinin zayıfladığı bu dönemde, sosyal medyanın bizi tamamen ele geçirdiğini de göz ardı edemeyiz. Hatta sadece çocuklar değil, yetişkinler de bilgiye ulaşmak yerine kısa videoların, algoritmaların sunduğu içeriklere hapsoluyor. Düşünmek yerine tüketmeyi seçiyoruz.
Geçtiğimiz günlerde iki yaşlı beyefendinin sohbetine kulak misafiri oldum. Uyku problemi yaşayan biri, misafirlikte olduğu için gece uyanıp odadan çıkamadığını ama çok sıkıldığını anlattı. Diğeri ise ona, "Ee telefona baksaydın, Instagram'da zaman nasıl geçiyor anlamıyorsun," dedi.
Dikkat edelim bakın burası çok önemli : "Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun." Evet, sosyal medya bizi oyalıyor ama aynı zamanda en değerli varlığımızı, zamanımızı çalıyor. Bizler, Instagram'a harcadığımız kadar sevdiklerimize vakit ayırıyor muyuz? Gerçekten insanlara önem veriyor muyuz? Yakınlarımızı kaybediyoruz, onlarsız yaşamaya devam edebiliyoruz, ama telefonumuz, tabletimiz ya da bilgisayarımız olmadan yaşamaya dayanabilir miyiz?
Bu noktada sadece bireysel hayatımızın değil, toplumsal ilişkilerimizin de zarar gördüğünü görüyoruz. Artık çocuklar dışarı çıkmak yerine ekran başında vakit geçiriyor. Eskiden aile buluşmalarında sohbetler, kahkahalar duyulurdu; şimdi ise herkes bir köşede telefon ekranına gömülmüş durumda. Aileler aynı evde yaşasa da birbirleriyle değil, ekranlarla vakit geçiriyor. Yemek masasında bile gözler ekranlarda, sohbet giderek azalıyor. Sosyal medya bizi birleştiriyor mu, yoksa aslında her birimizi kendi dijital hapishanelerimize mi kapatıyor?
1 yaşından 100 yaşına kadar herkesin teknoloji bağımlısı olduğu bir dünya haline geldiğimize o kadar eminim ki... Ağaç dikmeye, kitap okumaya, bir dostumuzla uzun uzun sohbet etmeye vaktimiz yok ama teknolojiye saatlerimizi harcamaya zamanımız var. Artık anılar biriktirmek yerine, anlık paylaşımlar yapıyoruz. Eskiden fotoğraflar albümlere koyulurdu, şimdi ise dijital ortamlarda saklanıyor ve unutulup gidiyor. Yaşadığımız anları gerçekten deneyimlemek yerine, başkalarına göstermek için yaşıyoruz.
Sahi kaçınız albüm tutuyor ve ben ileride bunu sevdiklerime göstereceğim diyor?
SAHİ ‘OKUYAN’ KAÇ KİŞİ KALDI?
Eskiden sabahları bir kahve eşliğinde gazete okumak, akşamları kitap sayfalarında kaybolmak alışkanlıktı. Şimdi ise haberleri sosyal medyada kaydırarak tüketiyoruz, kitap okumak yerine kısa içeriklere yöneliyoruz. Kütüphaneler boşalıyor, basılı yayınların yerini ekran ışıkları alıyor. İnsanlar uzun metinlere sabır gösteremiyor, derinlemesine analiz yapamıyor. Bilgiyi sindirmek yerine yüzeysel başlıklarla yetiniyoruz. Oysa ki, gerçek bilgiye ulaşmak, kültür birikimi sağlamak için hala kitaplara, dergilere, gazetelere ihtiyacımız var. Ama bunu hatırlayan kaç kişi kaldı?
Belki de durup düşünmemiz gereken en önemli soru şu: Hayatımızın iplerini biz mi tutuyoruz, yoksa sosyal medya ve teknoloji mi bizi yönetiyor?
Bunu sorgulamak, belki de kaybettiklerimizi yeniden kazanmanın ilk adımı olabilir. Gerçek ilişkiler kurmak, zamanımızı daha bilinçli yönetmek, teknolojiyi bir araç olarak kullanıp hayatımızın merkezine koymamak... İşte belki de ihtiyacımız olan şey tam olarak budur. Sümeyra Duğan