Söze nasıl girilir, yazı başlığı nasıl atılır, konular arası geçişler, kurgular, tutarsızlıklar, edebi kaygılar… Emin olun hiçbiri hakkında zerre fikrim yok. Kitap okumayı sevmem ya da yazım tekniklerini bilmem. ‘’Yiğidim nereden geliyor bu cesaret’’ demeyin, okuma yazma bilirim, düşünürüm, sorgularım. Bunu cesurca bir hareket olarak görmek gibi saçmalıklarla da kafa yormam.
Efendim anlatmaya geldim, sadece anlatmak istiyorum. Derdim, derdiniz olmayabilir, açıkçası bu umurumda da değil. Yazmak geldi içimden. Yani okumuşsun, okumamışsın önemsemiyorum bunları. Yolun kalanına da böyle devam edeceğim diye düşünüyorum, malum dengesizlik zor iş.
Biraz rock and roll biraz gin tonic. Hadi başlayalım..
Müslüman mısınız, deist mi, agnostik mi, belki de ateist -Ticari!!! bekleme yapma devam.
Heteroseksüel misiniz, biseksüel mi ya da eşcinsel mi -Hocam konu yorar ama devam.
Mutlu musunuz, mutsuz mu, hissiz mi -Bu beni bile ilgilendirmiyor, devam.
Normal bir kişilik misiniz obsesif mi şizofren mi -Bulan söylesin, devam.
İyi bir insan mısınız kötü birisi mi yoksa suya sabuna dokunmaz mısınız -Sahiden ya! devam
Aşk insanı mısınız, flörtöz mü yoksa çapkın mı -Hoooop ama devam.
İradeli misiniz, disiplinli mi ya da rahat mı -Oyna, devam.
İlla kategori aranıyorsa İnsan olmamızdan başlayalım mı?. Ait olduğumuz tek ve gerçek kategorinin bu olduğu ve hayatta her şeyin değişim gösterebileceği bilgisini de cebimize koyalım, lazım olur.
Temel soru şu; neden kategorize ediyoruz ya da ediyorlar?
O nereden çıktı şimdi demeyin. Sizin yok sandığınız daha neler var sandıklarınızda. Korkmayın, açın bakın, eşeleyin.
İlk aklıma gelen; insanların kendisini daha kolay ifade edebilmesi ve karşı tarafın kişiyi daha iyi analiz edebilmesi için kullanılması oldu. Ya da bir topluluğa ait hissetmek duygusu da olabilir.
Bilimsel araştırmalarla ilgilenmiyorum. Dolayısıyla bol keseden sallıyorum.
Peki bu yöntem ne kadar doğru? Yani kategorizasyon.
Bir kelime nasıl olur da sizi ifade etmeye yeter?
Ait olduğunuzu düşündüğünüz kategoriyi ne kadar temsil ediyorsunuz ya da o sizi ne kadar temsil ediyor? Kategoriniz belli olunca anlaşılmış sayılıyor musunuz?
Hayır. Benim net cevabım hayır. Hatta saçmalık.
Seçeneklerden birini seçme zorunluluğu!
Evet zorunluluk.
Neresinden başlasam ki ?
Mesela din; inandığınız şey mi yoksa önünüze sunulanlardan birine inanma zorunluluğu mu?
Herkesin hissettiğinden çok daha farklı hissedemez misiniz, henüz tanımlanmamış olan?
Hazır tanımlanmışları varken yorulmayayım diyorsunuz değil mi?
Yorulmaya alıştırılmadık, ondan bütün bunlar!
Soyut bir konuda bile somut çizilmişler ile haşır neşir oluyoruz. Vardığımız sonuçlara odaklanmak yerine gidiş yollarımızı birbirine benzetmeye çalışıyoruz. Haliyle aşkla yapacaklarımızın dışında zorla yaptıklarımız da devreye giriyor.
Gerçekten muhteşemsin insanoğlu, oğlu mu dedi biri! İnsan evladı olacak o!!!’
İnanın ya da inanmayın ama karşınızdakini dinlemek için vakit ayırın bırakın tek kelime ile geçiştirmek yerine uzun uzadıya içindekini anlatmasına izin verin. Benzersiz olmayabilir, yine de dinleyin.
Ben şimdi neyim?
Gördüklerimizin yanılgısı olarak insan bedeni…
Toplumda kabul görmüş cinsel kimliğe sahip olan insanların sefa sürmesi ne güzel değil mi?
Süremeyenleri kategorileştirmemizi nasıl yapalım ?
Belki de bu zulmün en büyük zarar ortakları onlar. İnsan evladı sormaya anlatmaya üşendikçe onlar da anlatmaktan çekiniyorlar. Yargılamayın, sınıflandırmayın. Karşınızdaki insan ne hissediyorsa nasıl hissediyorsa o’dur. Fazlasını aramayın.
İnsan olmanın özünde kalın.
Yeteceğine o kadar eminim ki. Deneyince farkedeceksiniz.
Ya da kişilik
Hayatınızın belirli dönemlerinde yaşadıklarınıza gösterdiğiniz davranışlar ve hisler mi yoksa kendinizi tanımladığınız ya da sizi tanımladıklarını düşündüğünüz kişiyi gerçekleştirme çabanız mı? Böyle bir çabanız var mı gerçekten. Benim oldu da!
Debelen,debelen,debelen…
Ruhunuz sıkışacak, huzurlu hissedemeyeceksiniz. Hayata küfrederken , yaşamaya devam edeceksiniz. Muhteşem!
Yoksa siz eşsiz olduğunuzu unuttunuz mu?
Pardon, pardon! Size bu, eşsiz olduğunu sandığınız insanlar tarafından hiç anlatılmamıştı değil mi! Onlarda sorgulamamıştı, Siz de sorgulamayın. Ne kadar kolay ve ne kadar yazık.
Sabitlenmeyi seviyoruz, normal olduğuna inanmışız.
Çünkü insan kategorisindekilerin büyük çoğunluğu bunu böyle yaşıyor. O zaman normal.
Peki, ben miyim anormal?
Farklılaşamıyoruz, korkuyoruz. Farklılaştığımızda anlaşılamayacağımızı düşünüyoruz. Peki şimdi ne kadar anlaşılabiliyoruz, bizi ne kadar anlıyorlar ya da neden anlamaları için uğraşıyoruz? Bırakın herkes sığ kalsın biz patates ekelim. Evet sadece patates…
Karşımızdakilere anlattığımız şey başta belirttiğimiz kategorilerin dışına saptıkça tutarsız olarak görülüyoruz, böyle görünmemek için kategori sınırlarını aşmadan kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz, haliyle kendimizle çelişiyoruz. Tutarsız mıyız, belki, kim bilir…
Dışarıya tutarsız görünmemek için kendimizle çelişmeye ne kadar da alışığız.
Bu kadar büyük acıyla nasıl yaşamışız? Acımadıysa demek ki…
Sürekli sorulara yanıt vermek zorunda hissediyoruz, yanıtların seçeneklerle sınırlandırıldığını farketmiyoruz.
A var B var C var D var E var ama biz yokuz!
O lanet olası şıklarda biz yokuz.
Aşağıdakilerden hangisiyiz, belki de yukarılarda bir yerlerdeyiz. Sesimizi duyan var mı?
Kendimizden bir parçanın olmadığını bile bile yine de birini işaretliyoruz ve yine kendimizle çelişiyoruz. Çelişmek bir yana bu durumu kabullendiğimizin farkında bile değiliz. Acı çektirdiğimiz bir ruhumuz, kendini ifade etme becericisi köreltilmiş bir aklımız ve kocaman yalandan bir hayatımız var.
Peki ya siz, aşağıdaki yalanlardan hangisine inanmak istersiniz?
İşinizi kolaylaştırmak için aşağıya şıkları bırakabilirdim ama böyle bir beklentiniz hala mevcutsa zaman kaybısınız size benzeşerek büzüşen bir dünya diliyorum. Farkındayım, ne istediğimi ben de bilmiyorum.