Yolun en dik, en yüksek yerlerinden geçmiş son geçide geldiğimizde birden duraklamış, yok hayır, buradan karşıya geçemeyiz, dönmeliyiz demiştik. Oysa nedensiz bir korkuydu bu. Sanki bir adım atmış olsak, dalından düşmüş bir yaprak gibi rüzgârın önünde savrulmaktan korkuyorduk. Kuru bir dal gibi titriyordu zayıf bedeni. Bir uçurumun kenarından boşluğa bakar gibi ikimizde uzaklara bakıyorduk. Sanki uzaklarda bir şey kaybetmiş gibi... Oysa aşk bizimleydi, sevgi bizimleydi ama biz bunun farkında değildik. Cesaretimize yenilerek oradan geri dönmüştük o gün. Bu dönüş hayatımızın hatası olmuştu. Oysa bir adımlık atlayışla karşı kıyıya geçebilir, koşar adımlarla bir dünyadan çıkıp bir başka dünyaya göç edebilirdik. Bulduğumuz her gölgede, her ağaç altında soluklanır, içimizde saklı kalan, konuşamadığımız her duygumuzu konuşarak mutlu birlikteliğimizi yaratabilirdik. Ama olmadı işte. Yapamadık. Başaramadık. Konuşamadık. Elimi bıraktı. Sessiz adımlarla yanımdan uzaklaştı. Az ötede duran bir ağaca yaslanarak oturdu. Uzaktan seyrettim bir süre onu. Kol dirseklerini bacaklarına dayamış, iki eliyle başını tutmuş, kimi zaman gülümsüyor kimi zamanda gözlerini kapatıyordu. Bir kaç defa seslendim. Bir kez daha deneyelim, dedim. Kaçma, böyle yapma ne olur, neden böyle davranıyorsun, yüzünü bana çevir, bak ben yanındayım, uzaklarda değilim, diye yüksek sesle seslendim. Cevap vermedi. Hiç konuşmadı. Yüzünü çevirmeden, “yok” der gibi saçlarını salladı. Bilirdim, bir kez saçlarını rüzgâra karşı savurmaya görsün, geriye adım atmazdı. Orada, öylece ağaca yaslanmış hep uzaklara bakıyordu.
Az önce korkup geri çekildiğimiz o geçitten atlayarak hızlı adımlarla en yüksek tepeye tırmandım. O aşağıda, ben tepede bir süre birbirimize baktık. El salladım görmezden geldi. Aramızda sadece bir adımlık geçit vardı. Avazım çıktığım kadar bağırdım. “Gel, sende gelebilirsin, bu o kadar zor değil”, dedim.
“Hayır”, dedi. “hayır, sen tek başına git, ben gelmiyorum. Orası çok yüksek, ben burada kalıyorum, sen kendine başka birini seç.”
Sesinin yankısı kulaklarımda çınladı.
Birlikte gittiğimiz o yoldan o gün tek başına geri dönmüştüm.
Onu orada kaybettim ve bir daha göremedim.
Son defa elini tutamadan, son defa öpemeden, vedalaşmadan onu kaybettim.
Yollarımız ters yönlere uzanıyordu.
Şimdi ne zaman eski bir fotoğraf görsem, o anımı anımsarım.
Kulaklarımda yankılanır o günün yankısı.
Ve bir tutam sarı saçın rüzgârda savrulduğunu görürüm.
Aşk, eski bir fotoğraftır kalbimde.
Silip atamadığım, başka birini seçemediğim ve yok edemediğim eski bir fotoğraf...
Aşk eski bir fotoğraftı benim için.
Eskilerde kalan, siyah beyaz ve solmuş olsa da içimdeki sevgisi hep tazeydi...
Saçları dağınık bir fotoğraftı...
Kimi zamanda “hayır” diye bağıran bir çığlıktı...