DARBELER: IĞDIR’DAN İSTANBUL’A…
Diyebilirim ki:
En darbe mağduru vatandaşlardanım.
En darbe mağduru İstanbullu Iğdırlıyım…
Darbelerden çektiğim çileler o kadar çok ki…
Kitap kitap sayfalar doldurur.
Elbette ki buraya, bir ibretlik özeti koyacağız.
Yıl 1960 Iğdır’ın Melekli Köyü İlkokulu’nda 5. Sınıftayım;
27 MAYIS 1960 darbesini orada yaşadım.
Alpaslan Türkeş’in radyodan okuduğu komite bildirisini orada dinledim.
Rahmetli Babam Demokrat Partiliydi.
Kulağını radyoya nasıl dayadığını…
Nasıl tedirgin olduğunu asla unutmam.
O tedirginlik öğlenden sonra kapımıza dayanan bir askeri cipte sonuçlandı.
Çünkü o ciple babamı alıp götürdüler;
Bizler çocuk başımıza ağlaya ağlaya birbirimize sarıldık.
Bu benim darbeden mağdur olduğum ilk günlerden biriydi.
Sonra, Dedem Iğdır Tabur Komutanlığı’na gitti.
Eve dönüşünde: ‘’ Yarına kadar bırakırlar ne suçu var ki?’’ dedi.
Ancak geçen zaman dilimlerinin öldürücü darbesi de bir başkaydı.
Bu darbe ülkeme olduğu kadar sanki çocukluğuma da yapılmıştı.
İkinci darbeyi, yüksek öğrenim için geldiğim İstanbul’da görüp yaşadım.
12 MART 1971 darbesi… Uzaktan kumandalı darbe…
Fatih’te, rahmetli halam oğlu Necmettin Kuban…
Rahmetli arkadaşım Avukat İbrahim Bozyel…
Doktor İsmail Aba ve Orhan Kaya ile aynı evdeyiz.
Darbe rüzgârıyla sürekli aranan…
Yediğimizle içtiğimiz burnumuzdan gelen evde…
Öğrenci evi olunca yolgeçen hanına çevirdiler elbette.
Neyse o yılı geçirip, Sıkı Yönetimli ikinci yılda…
Yurda çıktık. Ay çıkmaz olaydık.
Nereden bilirdik ki bir şeref yoksunu müdürün varlığını…
Derken bir gün, yurtta büyük bir kişisel kavga koptu.
Durur muyuz? Arayı girip ayırdık elbette.
Biz insanlık yaptık, bakın o şeref yoksunu müdür ne yaptı?
Bir düzmece şikâyet dilekçesiyle biz 7 öğrenciyi karakola verdi.
Derken yurda gelen polisler bizi alıp götürdü.
Derken Sıkı Yönetim Komutanlığı’na sorulduk.
Derken karakolda sabah oldu.
Derken kimliklerimizi alıp bizi saldılar.
Bitmedi. Kaymakamlıktan yazı alarak; Biz 7 öğrenciyi yurttan attılar.
Çünkü ülkemde bir darbe yapılmıştı.
Çünkü sıkıyönetimle şeref yoksunu bir yurt müdürü vardı.
Düzmece bir şikâyet dilekçesiyle 7 öğrenciyi mağdur eden adam.
Elbette ki o şeref yoksununun o dilekçesi, yıllar sonra biz 7 öğrenciyi zora soktu.
Meğer o dilekçe savcılığa gitmiş, savcılık da takipsizlik vermiş.
Ne var ki bu takipsizlik kararı, Emniyet Müdürlüğü’ne intikal etmediğinden;
Yıllarca 7 arkadaş kamu işlerinde zorluklar çektik.
Çünkü savcılığın takipsizlik belgesi bulunamıyor;
Çünkü Emniyet, bu davanın sonucu ne oldu diye, hep soru işareti koyuyordu.
Derken 28 yılın sonunda, silah ruhsatı alırken. o takipsizlik kararını buldum.
Hem de Sultanahmet Adliyesi sur içi arşivlerinde…
Fotokopisini kimi arkadaşlara verdim. Ancak iş işten geçmişti.
Yani 12 MART 1971 Darbesi de bizi mağdur etmişti.
Gelelim 12 EYLÜL 1980 Darbesine:
Eğer tam yazarsam birkaç kitap tutar ya;
Bu darbede Gazeteciler ve Basın Sanayi çalışanları Sendikası (Basın-İş) de başkanım.
Darbe yapanlar sapla samanı karıştırınca…
Bizi de gözaltına aldılar, haftalarca Selimiye zindanlarında yattık.
Orada bir gün, kollarım kelepçeli bir başçavuş ile iki asker arasındayım;
Bir de baktım ki karşımda Iğdır’dan arkadaşım Dr. İsmail Aba…
Kendisi İstanbul’da Yedek Subay… Beni görünce oldukça tedirgin oldu elbette.
‘’Merak etme, suçumuz falan yok, karışıklık var düzelir’’ dedim. Rahatladı.
Haftalar sonra tahliye olduk. 1 yıl sonra da beraat…
Suçumuz, 12 Eylül öncesi seminer düzenlemek.
Meğer hain polislerle işbirliği yapan muhaliflerimiz…
12 EYLÜL sonrası yaptılar diye kumpası kurmuş bize.
ŞU BİR GERÇEK Kİ, DARBEYİ ASKERLER…
İŞKENCEYİ POLİSLER YAPTI.
Sıkı Yönetim mahkemelerini, nice hain, kasıtlı ve cahil polislerin işgüzar dosyaları doldurdu.
Emek dünyasıyla demokrasiyi kuşa çeviren bu darbeci hainlerle eksik polisler:
Yıllarca bizi takip etti. Yıllarca üfürükten konularla;
Ya gözaltı yapıp sıkıyönetim mahkemelerinde…
Ya da normal mahkemelerde süründürdüler.
Biz mağdur olduk evimizdekiler mağdur oldu.
13 yıllık başkanlık dönemimde:
O kadar çok davadan yargılandım ki…
Sayısını ben de bilmiyorum. Ama tümünden de beraat ettim.
Tümüne de avukat sokmayarak…
Ne diyelim? Cehalet kokan eksik demokrasinin acı yazgısı böyledir.
Geldi 15 TEMMUZ 2016’da da yakaladı darbe.
Gördüklerimiz ve duyduklarımızdan utanıyoruz elbette.
Meğer hem devlete yazık olmuş hem de millete…
Bu son darbe mağdurluğumuz; Utanç verici olaylarla…
Ölçüyü kaçıran vatandaşların yüzünden oldu.
Keşke, medyası özgür, demokratik kitle örgütleri özgür…
Çağdaş eğitimi ve çağdaş üretimi olan bir aşamaya ulaşsaydık.
Avrupa’ya benzeyip, Ortadoğu’ya hiç benzemeseydik.
Sahi, demokrasi kervanı yolda olan bir ülkede;
Hiç darbe olur muydu?
Hiç ayrıştıran siyasal anlayışla, on binlerce insan işinden olur muydu?
Hiç Türkiye, on binlerce yurttaşın yargılanıp tutuklandığı;
Bir yarı açık cezaevi olur muydu?
Hiç gece yarıları sabaha kadar kornalar çalınarak;
Vatandaşın huzuru kaçırılır mıydı?
Sağduyulu vatandaşlar, hayret ve ibretle izleyerek;
Utanarak başını yastığa koyar mıydı?
Ama bunların tümü oldu.
Neden? Çünkü demokrasi kervanı istenen yolda değildi.
Çünkü demokrasinin temel taşları yerinden söküldü.
Umarız ki yaşananlardan ders alınır, daha da karanlığa sürüklenmeyiz.
Nice şerefsizleri memnun eden darbelerle bir daha karşılaşmaz;
15 TEMMUZ 2016’DA SON BULDU DERİZ.