İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), 6 Şubat 2023’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerde yaşamını yitiren vatandaşları andı. Afet Koordinasyon Merkezi'nde (AKOM) bir araya gelen, aralarında CHP Genel Başkanı Volkan Demir, Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, milletvekilleri, belediye başkanları, bürokratlar ile emekçilerin bulunduğu yüzlerce kişi, ilk depremin gerçekleştiği saat olan 04.17’de saygı duruşunda bulundu. Depremde yaşamını yitiren yurttaşlar, Mustafa Demir Hoca tarafından okunan dualarla anıldı. Zaman zaman yoğunlaşan kar ve dolu yağışı altında bir konuşma gerçekleştiren İmamoğlu, özetle şunları söyledi:
“O ZİHNİYETİ ÜLKEMİZİN ÜZERİNDEN YARADAN BİR AN ÖNCE DEFETSİN”
“6 Şubat 2023 depreminin anında orada olan ben, binlerce insanımızla görevli olduğumuz Hatay'da olan İBB ekipleriyle, onlarca kez o belgeye gitmiş bir yönetici olarak, bizim en derin felaket anında bile, en vahim olayda bile bir araya gelebilmemizi ve birlikte düşünebilmemizi, birlikte enkazı ayağa kaldırıp, altından insanları çıkarabilmemizi sağlayamamanın acısını yaşadım. Onlarca acı anımı paylaşabilirim. Buna vesile olan hangi akıl, hangi zihin, en acı anda dahi siyasi çıkarı, menfaati, böylesi depremlerin, böylesi felaketlerin önüne koyup, başka hususları öne çıkaran hangi akıl var ise, hangi vicdan türemişse, hangi adaletsizlik duygusu ve hala kendi menfaatini düşünen o zihniyeti, ülkemizin üzerinden Yaradan bir an önce defetsin. Ben bunu istiyorum. Bir afet anında Hatay'da, Kahramanmaraş'ta, Adıyaman'da, Gaziantep'te, Osmaniye'de, Adana'da, Şanlıurfa'da, Malatya'da, Diyarbakır'da, birçok ilimizde hissedilen ve enkazlar altında insanlar varken, insanların bizden istediği, bir an önce oraya hizmeti getirmek ve insanlarımızla buluşturmak. Ama ne yazık ki kötü sınav verdik. Sınav verdik derken, kendimizi içinden çekip sıyırarak, bir mecrayı suçlayarak bir dil kullanmıyorum. Hepimiz sorumluyuz. Bugün geldiğimiz hangi sorun var ise, hangi problem var ise, her konuda olduğu gibi bu konuda da hepimiz sorumluyuz.”
“DERS ALMAK DEĞİL, BÖYLE FELAKET ANLARINA HAZIR OLMAK ZORUNDAYIZ”
“Elbette ki düzeltmekle de sorumluyuz, iyileştirmekle de sorumluyuz, hassas olmakta da sorumluyuz. Afet anlarını konuşurken veya bir arada bir süreç ve sistem üretirken bir araya gelme konusunda en duyarlılık halini, en üst seviyede duyarlılık halini göstermekle de yükümlüyüz. Ders alacağımız böylesi acıları, bize Allah bir daha yaşatmasın. Ders almak değil, böyle felaket anlarına hazır olmak zorundayız. Böyle felaket anlarında birlikte hareket etmek ve çözüm bulmak zorundayız. Tekrar ediyorum; ders almayı değil, o günlere hazır olmayı Allah bize nasip etsin. Bu işin başka bir yolu yok. O 11 şehrimizde bu felaketi yaşayan insanlarımızın, kaybettiğimiz o insanlarımızın geriye kalanlarına karşı, o 11 şehirdeki milyonlarca insanımıza karşı çok derin bir sorumluluğumuz vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 86 milyon insanının her birinin eşit olmak zorunda olduğunu bilen bir cumhuriyet evladı, bu ülkenin eşitliğine, birliğine ve beraberliğine inanan bir yönetici olarak, her zamanki duam şu: Oradaki insanların düştüğü o derin kuyudan, yere eğildiği, büküldüğü, büzüştüğü o halden ayağa kaldırıp, her birimizle eşit hale getirmeden başımız dik bu ülkede yürüyemeyiz. Onları bu ülkenin her insanıyla eşitleyemeden, onları ayağa kaldırıp, ‘evet, borcumuzu yerine getirdik’ dediğimiz güne kadar bizim onlara çok büyük borcumuz var. İşte onun için duam odur ki; Allah'ım, bizi o deprem bölgesinde kayıpları yaşamış, ekonomik, manevi, psikolojik, büyük zorluklar ve sıkıntılara düşmüş oradaki yurttaşlarımıza mahcup etme.”
“BAŞTA KIZILAY OLMAK ÜZERE, BAŞIMIZI ÖNE EĞDİREN BİRÇOK KURUMUN…”
“Bu can kayıpları, o gün yaşanan teknik sorunlar, iletişimsizlikler, geç müdahaleler, bir türlü bir araya gelemeyen, koordine olamayan, sorunların, yapıların bütün envanterleri bizde var. Biz, neredeyse 15 bine yakın çalışanımızı, AFAD tarafından sorumlu olduğumuz başta Hatay olmak üzere, birçok iline hizmet götürmekten ve büyük katkı sunmaktan da onur duymaktayız. Belki de Türkiye'nin tek kalemde bu kadar insanını oraya seferber eden ve aylarca orada kalıp hizmetlerini sürdüren, altyapıdan üstyapıya, can kurtarmadan birçok hizmetini devam ettiren İstanbul Büyükşehir Belediyemizin kurumunun bütün yöneticilerine, çalışanlarına tekrar tekrar teşekkürlerimi sunarım. O anların yönetimi, kriz anının yönetimi, aynı masada oturabilmeyi, birlikte konuşabilmeyi ve birlikte çözüm üretilebilmeyi gerektirir. Bizler, bütün kaynaklarımızı seferber ederken, bir kısım kadim kurumlarımızın bizi mahcup ettiğinin altını çizmek isterim. Bunlar unutulmamalıdır ki, bu kurumlarımız bugün ne durumda ve nasıl çare ve çözüm olma konusunda devrim yapmış ya da adım atmış, hangi sorunları, sıkıntıları çözebilmiş diye düşünmeliyiz. Başta Kızılay olmak üzere, başımızı öne eğdiren birçok kurumun bu anlamda sorgulanmadığını, herhangi bir teftiş geçirmediğini ve bu konuda hesap vermediğini düşünüyorum.”
“KİM, NASIL BİR BİÇİMDE CEZALANDIRILMIŞ; BİR KİŞİ İÇİN DUYAN VAR MI ARANIZDA?”
“Bugün hesap vermenin en trajikomik halini ya da adaletsiz bir biçimde süreç yönetmenin en trajikomik halini bize yaşatan sistem, o deprem bölgesindeki ihmallerle ilgili hem öncesinde yapılan hem anında hem sonrasında yapılan ihmallerle ilgili, hangi hukuki tedbirleri almış, hangi soruşturmaları yapmış, kim, hangi, nasıl bir biçimde cezalandırılmış; bir kişi için duyan var mı aranızda? Duyamayız. Böyle teftiş, böyle denetim, böyle bir hukuki süreç olmaz, olamaz. Biz, sorumluluğumuzu en üst seviyeye taşımak zorunda olan kuruluşların yöneticileriyiz. Aradan iki yıl geçmesine rağmen, özellikle deprem bölgesindeki barınma krizinin hala çözülememiş olması, 319 bini ilk yılda teslim edilecek, tamı tamına 650 bin konut vaadiyle ortaya çıkanlar, 2 yılda ancak 201 bin konut tamamlayabilmişler. Bakın sayı vermek, bu konularda dahi meseleye ciddi şekilde bakamamak, aslında bahsettiğim o çürümüşlüğün ya da sıkıntının sonucudur. Toplumla bu tür kriz anlarında, hamasetle veya insanları aldatmakla süreç yönetimi olmaz, olamaz. İnsanlarımıza doğru bir stratejik planla, insanlarımızı geçici barınma alanlarında nasıl en insani koşullarda yaşatırızı toplumla paylaşarak, onlara tedbirleri en üst seviyede anlatarak, fedakarlığı bizim her insanımız, her yurttaşımız kamunun yöneticileriyle ve kuruluşlarıyla birlikte yaşar ve yaşatır. Bizim insanımız fedakardır. Ama insanımızı sayılarla, rakamlarla aldatarak değil; insanımıza 2 yılda değil, 5 yılda, 4 yılda çözecekseniz, o süreci itinalı bir şekilde anlatırsınız, hesabını verirsiniz, şeffaflıkla izah edersiniz. Ama insanlarımızı iki yıl sonra çadırda, konteynırda da bırakmazsınız. Geçici barınma alanlarını nitelikli yapar, insanları bir mahalle koşullarında yaşatırsınız. Bir örneğini yine biz, İBB olarak Hatay'da yaptık. 2 binin üzerinde insan orada yaşıyor.”
“SADECE TEK BAŞINA BİR İKTİDARIN OLDUĞU BİR DÖNEMDE, EĞER TEDBİRLER ALINAMAMIŞ İSE…”
“99 depreminden sonra 26 yıl geçmiş. Şöyle bir bakarsak, ‘istikrar’ diye konuşulur ya. 26 yıl. Bu 26 yılın neredeyse 23 yılı, bitmiş hale gelen, sadece tek başına bir iktidarın olduğu bir dönemde, eğer tedbirler alınamamış ve hala bahane üretmeyi bırakın, bugün görevde olan başka siyasi unsurlara sahip insanları suçlamayı kendine politik dil olarak seçen insanların, bu tavır ve davranışlarını anlamam mümkün değil. Ve kalkıyor bu ülkeyi yöneten insan ve bir kısım yönetici, 5-5,5 yıldır bu şehirde görev yapan beni ve bu dönemin yöneticilerini ya da bir yıl önce görevi alan bir kısım ilçelerin yöneticilerini, İstanbul adına suçlayıcı bir tweet atabiliyorsa, bir paylaşımda bulunabiliyorsa, bu, ülkemizin yönetimi adına da bir çürümüşlüktür. Çok net ifade ediyorum. Bunları konuşmak zorundayız. Halbuki bu 25 yılın içerisinde, 45 kanun, 11 yönetmelik çıkarılmış afetlerle ilgili. Ama kanun çıkarmakla, o kanunu halkın yararına uygulamak arasında ciddi bir fark vardır. Görüyoruz ki bu yasalar, ne yazık ki afet sürecine dair değil, rant odaklı uygulamalar için kalkan olarak kullanılmıştır.”
“HALA KANAL İSTANBUL DENEN SAFSATA İÇİN ÇIRPINANLAR VAR”
“Örneğin, bakanlık İstanbul'da 69 alanı riskli alan olarak ilan etti, biz, yaptığımız detaylı bilimsel analizlerle, İstanbul'da gerçekten riskli 142 alan tespit ettik. Bakanlığın tespit ettiği 69 riskli alanın sadece iki tanesi bu bizim tespit ettiğimiz riskli alanlara denk düşüyor. Çünkü niye? Tespiti yapılan alanların riskli olduğundan değil, orada rant odaklı birtakım yapılaşma çalışmaları sürdürülsün diye ilan edilmiş. Riskli alan ne için çıkarılıyor? Ama riskli alan nasıl bir uygulamayla İstanbulluların önüne koyuluyor? İstanbul'da 20 yıl boyunca bir kısım büyük projelere odaklanıldı. Ama bu projeler, halkın ihtiyaçlarının çözümü için değil, hala Kanal İstanbul denen safsata için çırpınanlar var, hala. Bu toplumun ve bu şehrin temel problemleri dururken, en birinci problemi dururken, biz gelelim bir araya ve birlikte çözüm bulalım, birlikte onun bir parçası olalım, birlikte halka anlatalım, bir Deprem Konseyi düşüncesini ortaya koyan, farklı bakanlara gidip brifing veren, düşüncemizi anlatan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde sorunları nasıl çözeriz diye yaptığımız onlarca toplantıya, kamuoyunu bilgilendirmek ya da farklı kurumlardan bilgi toplamak adına yaptığımız bu tür toplantılara, çağrılara, devletimizin resmi kurum ve kuruluşlarından teknik bir kişi dahi göndermemeyi kendine siyasi davranış olarak kabul eden hangi akıl varsa kınıyorum. Biz bir araya gelmeyeceğiz de kim gelecek Allah aşkına?”
“DEPREM KONSEYİ, VÜCUDUMUZU TAŞIN ALTINA KOYDUĞUMUZ BİR ÇÖZÜMÜ ÜRETMENİN STRATEJİSİYDİ”
“Deprem Konseyi’nin mantığı şuydu: Bu şehirde alınması gereken her acil ortamı, yine bakanlığımızın koordinasyonunda, valiliğimizin koordinasyonunda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden ilçe belediyelerine, farklı kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşlarını bu ülkenin finans sektörünü, bankacılık sektörünü, bu ülkenin farklı, bu işe katkı sunacak sektörel temsilcilerini bir araya toplayan, birlikte düşündüğümüz, birlikte elimizi değil bütün vücudumuzu taşın altına koyduğumuz bir çözümü üretmenin stratejisiydi. Bunu anlattığımız zaman, burada alınacak kararlar, burada alınacak kanunlar, aynı odada, aynı masada karar alırken ‘sen şu partiden, ben bu partiden’ meselesini ortaya koymadan, birlikte karar alarak, haksız bir uygulama varsa birlikte bunu vatandaşa ilan edelim, o riskin altına biz de imza atalım, ‘o yaptı’ demeyelim, doğru bir karar varsa hep beraber ilan edelim, hep beraber başarmış olalım, demeyi stratejik olarak bu işle ilgili bütün bakanlıklara, bakanlara dahi sunmuş birisiyim. Bunu bir kanuna dönüştürelim. El birliğiyle yasaya dönüştürelim. Bu manada tek bir kelimeyi dahi siyasi mesele ve malzeme haline getirmeyelim diyen kişiyim.”
“BU ON BİNLERCE YAPIYI BİZ Mİ BİRİKTİRDİK?”
“Bu şehirde Kanal İstanbul'a… Bakın 100 milyarlarca liralık bir yatırımı hala hayal etmenin anlamını kafasının bir yerine yerleştirebilen bir vatandaşımız varsa, çıksın izah etsin. Halbuki bugün, bu şehirde on binlerce yapının depreme dayanıksız olduğunu tespit eden ve bu konuda elinden geleni yapmaya çalışan İBB olarak söylüyorum: Bu on binlerce yapıyı biz mi biriktirdik? Ya da beş yılda on binlerce yapıyı nasıl yapabilir bir kurum tek başına? Yapamaz. Ben bunu bakanlıklara söyledim. Dedi ki; ‘Siz de yapamazsınız, bırakın belediyeyi.’ Bu ülkenin bütün bütçesini yöneten siz dahi yapamazsınız. Bunu bir seferberlik haline getirip, bütün toplumu bu anlamda ayağa kaldırıp, finansal altlığından teknik altlığına, birçok hususu organize ederek, hep birlikte yapabiliriz demiş kişiyim. Bu manada, gerçekten halkı korumanın yerine getirilmesi gereken gerekleri vardır. Eğer siz, bu işte yanlış politikalarda ısrar ederseniz ve afet anına bu toplumu ve bu şehri ve diğer şehirlerimizi hazırlamaz, hala buradan suçlayıcı bir dille bakış açısını toplumun önüne sererseniz, gerçekten az önce hocamızın ettiği gibi, ‘Ahiret gününe kadar bizim birlik ve beraberliğimizi bozma ya Rabb'i’ derken ettiği duanın tam tersini yapmış olursunuz.”
“KAMU BANKALARININ YÖNETİCİLERİ, BUNUN BİR SİYASİ TALİMAT OLDUĞUNU BİZE AKTARIRKEN, BAŞLARINI ÖNE EĞİYORLAR”
“Acı bir şey söyleyeyim mi? Biz, sosyal konut projelerimizi ya da dönüşüm projelerimizi güçlendirmek adına, geliri olmayan emeklimize, geri dönüşü olmayacak şekilde para, yani bir bütçe sunarken ya da farklı ödeme koşullarıyla kesinlikle dar bütçemizle vatandaşlarımıza destek olmaya çalışırken, 5,5 yıldır KİPTAŞ'in ya da İBB’nin inşa ettiği, dönüşüme tabi tuttuğu yapılarda, tek bir kamu bankasıyla konut kredisi dahi kullandıramamanın acısını yaşıyoruz. Ve o kamu bankalarının yöneticileri, bunun bir siyasi talimat olduğunu bize aktarırken, başlarını öne eğiyorlar. Utanç verici. Vatandaş evini dönüştürecek, KİPTAŞ orada binayı yapacak, bir konut kredisini kullandırırken kamu bankası kredi dahi vermeyecek. Defalarca yöneticilerimiz bunun çağrılarını yaptı. Bunu kim yapabilir Allah aşkına? Kamu bankası kimin? Kamu finansmanını sağlayan bu kuruluşlar, kimlerin vergileriyle yürütülüyor ya da yapılıyor. Bu kadar basit bir şeyi dahi esirgemenin anlamı ne? Bu siyasi hasımlık, siyasi düşmanlık niye? Bakın tekrar diyorum ki; el uzatıyoruz. Diyoruz ki; birlikte yapalım. Birlikte ayağa kalkmak zorundayız. Bu işin iktidarı, muhalefeti olur mu? Bu işin A partili, B partili belediyesi olur mu? Depremde binanın altında kalan canların o partilisi, bu partilisi olur mu? Her birisi bizi aynı derecede yakmıyor mu? İçimizi dağılamıyor mu? 25 yıl öncesinden bugüne alınan kararlarda, deprem vergisi ve orada kullanılan bütçenin ne oldu diye sorduğumuzda, ‘otoyollar yaptık’ diyecek kadar konunun dışında kalan bir akla, siz nasıl güvenebilirsiniz?”
“ALLAH KORUSUN Kİ, MARMARA DEPREMİ HEPİMİZE DİZ ÇÖKTÜRÜR”
“İşte Türkiye, tam da böyle bir anlayışla depreme hazırlanamaz. Önümüzde bir Marmara depremi vardır. Günü belli değildir. Her an yaşayabiliriz. Her an bu büyük felaketle karşı karşıya kalabiliriz. Ve Marmara depremi, Allah korusun, Allah geçinden versin, hiçbir depreme, hiçbir afete ülke çapında benzemez. Allah korusun ki, Marmara depremi hepimize diz çöktürür. Ekonomik anlamda diz çöktürür. Psikolojik anlamda diz çöktürür. İnsan kaybı anlamında diz çöktürür. İstanbul, bu ülkenin can damarı, kalbi, beyni, her şeyi. Bu bağlamda bu büyük sorumluluğa, bütün bu zorluklara, bütün bu yapılan hukuksuz, anlamsız birtakım uygulamalara rağmen, bugünün bütün sorumlularına tekraren el uzatıyoruz. Diyoruz ki; birlikte çözmek zorundayız. Bulunduğumuz hiçbir koltuk, hiçbir kişinin şahsına ya da siyasi partinin kurumsalına ait değildir. Bulunduğumuz bu koltuklar, millete aittir. Millete ait olan bu koltukların hakkını vermek zorundayız. Dönemimiz biter, gideriz. Faniyiz; ömrümüz biter, gideriz. Birlikte yapabildiklerimizle, bu zor koşullara topluma hazırladığımız o zor anında milletin yanında olma kavramıyla, o gün geldiğinde kendimizi ispat etmiş oluruz. Bu bağlamda sorumluluk sahibi kim varsa, başta bizler dahil olmak üzere, her kurumun çağrısına, her kurumun birlikte oturalım, çalışalım, konuşalım çağrısına koşa koşa gitmekle yükümlüyüz. Kimse bir adım geri duramaz. Nasıl ki haksızlığa karşı mücadelemizde bir milim geri adım atmayız; milletimize hizmette ise koşa koşa gideriz. Bakın bu kadar net. O bağlamda bizler, hep birlikte bu sorunun üstesinden gelmek ve İstanbul'umuzu tüm Türkiye'ye, geleceğe güvenle taşımak için ne gerekiyorsa yapmak zorundayız.”
“AFET SONRASI YARDIM KAMPANYALARI YAPMAKLA YA DA IBAN VERMEKLE BU SORUNLAR ÇÖZÜLMEZ”
“Afetlere karşı finansal hazırlık konusu da önemli konuların başında geliyor. Afet sonrası yardım kampanyaları yapmakla ya da IBAN vermekle bu sorunlar çözülmez. Bu bağlamda bu ulusal afet eylem fonu oluşturulmalı ve tüm deprem riski taşıyan illeri kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Sonuç olarak biz, depremin anma yıl dönümlerinde kayıplarımızı elbette dualarımızda anacağız. Elbette üzüntülerimizi tekrar paylaşacağız, dertleri olan insanlarımızın yanında olma konusunda gayretlerimizi en üst seviye gayret göstereceğiz. Ama biz, bununla yetinmek durumunda olan insanlar değiliz. Biz, bu ülkenin cumhurbaşkanından bakanlarına, büyükşehir belediye başkanlarından bu konuda sorumlu bütün yöneticilerine kadar hep beraber sorumlu insanlarız. Bizler, şehirlerimizi ve ülkemizi depreme ve afete hazırlıklı ve dayanıklı hale getirmek zorunda olan insanlarız. Bu bağlamda benim gücüm yetmiyor ve var olan gücümü de kullanamamanın veya dönem dönem engellenmenin ya da var olan imkanları kullandırılmamasının acısını yaşıyorum. ‘Bu nasıl olur’ diyorum. Izdırabını yaşıyor. Bu nasıl yapılabilir? Bu manada bunları gidermenin ve o karanlık dönemin bir an önce bitmesi için mücadele etmek zorunda olan insanlarız.”
“YENİ BİR BAŞLANGICA HAZIRLANMA KONUSUNDA AYAĞA KALKMALIYIZ”
“Türkiye'miz hızla, bu yönüyle zihinsel bir berraklıkla, aklın, bilimin önde tutulduğu, insanlarıyla, her insanıyla ‘milletin evladı’ diyerek, ona o gözle bakarak birlikte çözüm üretmenin yeni bir başlangıcına doğru yelken açmıştır. Milletin her aklı başında evladıyla, insanıyla, talimatla değil, doğru neyse onu yapma konusunda kararlı yöneticileriyle geleceğe ve bu yüzyılın ilerleyen yıllarına adım atmakla ilgili yeni bir başlangıca doğru yelken açmıştır. O bakımdan hep birlikte, hızla yeni bir başlangıca hazırlanma konusunda ayağa kalkmalıyız. Bir daha bu acılar yaşanmasın, bu cennet vatan ülkemiz, Türkiye'miz, güçlü, güvenli, mutlu bir ülke olsun diye, hep birlikte canla başla çalışmak zorundayız. İşte aslında ‘Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz’ derken, her hususta olduğu gibi bu hususlarda da afette, ulusal güvenlikte, her ortamda bu ruhu taşıyarak, ‘ben kendimi kurtardım, oh ne güzel’ değil, hep birlikte bu tür zorluklardan, bu tür sıkıntılardan kurtulmanın gayretini ve iş birliğini ortaya koymak zorunda olan insanlarız. Bu bağlamda yolumuza devam ediyoruz. Bu noktada tekrar 11 şehirdeki kaybettiğimiz canlarımız için dualarımızı ediyoruz. O insanlarımızın geride kalanlarına sabır diliyoruz. Başsağlığı diliyoruz. Acı çeken, hala sağlık sorunlarıyla uğraşanlara acil şifalar diliyoruz. Yanlarında olduğumuzu, bütün şehirlerimizdeki o insanlarımızın tekrar ayağa kalkmaları için mücadelemizi sonsuz vereceğimizi, buradan tekrar vadediyoruz. Yaşadığımız şehirleri güçlendirme konusunda, başta İstanbul olmak üzere, her şehirde görevli olan dostlarımızın, arkadaşlarımızın da aynı bilinçle bu yolculuğa katkı sunmalarını diliyoruz. Allah, bizi milletimize mahcup etmesin.”
GAZETECİLERİN SORULARINI YANITLADI
Açıklamalarının ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını da yanıtlayan İmamoğlu, “Katıldığınız bir panelde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek'le ilgili kullanmış olduğunuz kelimelerden dolayı iddianame düzenlendi. 7 yıl 4 aya kadar hapis cezası istemiyle bir iddianame düzenlendi. Düşüncelerinizi alabilir miyiz” sorusuna şu yanıtı verdi:
“HER GÜN, HER SABAH, HER AKŞAM BİR BAŞKA UTANÇ VERİCİ OLAYLA KARŞILAŞMANIN ÜZÜNTÜSÜNÜ YAŞIYORUM”
“Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, ne yazık ki siyasetin yargıyı baskı altında tuttuğu ve bu denli akla hayale gelmeyecek seviyede bir yargı tacizinin yaşandığı ortamları, ilk kez bu kadar derinden, trajikomik bir biçimde yaşıyoruz. Ve gerçekten bunun ülkemizin bu zor zamanında, ekonomik koşulların insanlarımızı inim inim inlettiği, çevremizdeki uluslararası birtakım hususların en derin şekliyle ele alınması ve milli birlik ve beraberliğimizin en üst seviyede inşa edilmesi gerektiği bir ortamda, Türkiye'nin en önemli şehrinde, yargı adına yapılan bu hataların, bu yanlışların ve doğru olmayan hukuki uygulamaların gündemimizi işgal etmesini gerçekten derinden üzüntüyle karşılıyorum. Ve her gün, her sabah, her akşam bir başka utanç verici olayla karşılaşmanın da üzüntüsünü yaşadığımı vatandaşlarımızla paylaşmak isterim. Bir kere şunu söyleyeyim. Hakkımdaki davanın sahibi, altında imzası olan başsavcı vekilinin olmadığını ya da başsavcının olmadığını ifade etmek isterim. Başsavcı da değil, başsavcı vekili de değil. Davacı olan Sayın Cumhurbaşkanı'dır, Sayın Erdoğan’dır. Tüm davalarımın altında onun imzası vardır. O kadar öfkeli ki şu ana kadar benimle ilgili istediği hapis cezası tam 17 yıl olmuştur. Yanında bana aynı zamanda üçüncü kez de siyasi yasak talep etmekte.”
“MİLLETİN İRADESİNİ DAVA EDİYOR”
“Onun davası da aslında baktığınızda ben değilim. Benimle değil, benim nazarımda milleti dava ediyor. Milletin iradesini dava ediyor ve siyaseti korkuyla dizayn edeceğini zannediyor. Tehditle dizayn edeceğini zannediyor. Oysa siyaseti yalnızca ama yalnızca millet dizayn edebilir. Çünkü, milletin yetkisiyle, bu ülkede demokrasinin varlığı yüz yıla yakındır büyük mücadeleyle yerleştirilmiş bir husustur. Bu milletin iradesinin olduğu yer de neresidir? Sandıktır. Seçimler gelir, sandıklar kurulur ve vatandaşımız oyunu kullanır ve istediği makama, istediği insanı seçer ve getirir. Sandık yerine siyaseti, adliye eliyle dizayn etmeye çalışan bu aklı, ne yazık ki üzülerek izliyoruz. Ve özellikle bugün yaşadığımız ortamda, ‘Bu son konunun sözde mağduru kim’ diye sorduğumuzda; başsavcı. İddianameyi hazırlayan kim? Onun vekili. Tekrar söylüyorum: Son konunun sözde mağduru kim? Başsavcı. İddianameyi hazırlayan kim? Başsavcı'nın vekili. Oysa olağanüstü bir durum olmadığı takdirde, normalde ifademi alan savcı beyin benim iddianamemi hazırlamış ve imzasının altında olması gerekirdi.”
“YERLİ MAKYAVEL SİZİ BUGÜN POHPOHLAR YARIN MENFAATİ DEĞİŞİR, O AN SİZİ TERK EDER”
“Şerefli, onurlu Türk yargısının teamüllerini hiçe sayacak şekliyle bir adım daha atılmıştır. Ve idari görevleri olan başsavcı vekilleri, ne zamandan beri bir iddianame hazırlamayla ilgili böylesi bir hamlede bulunuyorlar. Sormadan edemiyorum. Beni nezaketen karşıladığını söylediğim savcı bey, bu iddianameyi hazırlamaktan imtina mı etti? Ve bu işi başsavcı vekiline devretti. Hukukçularımdan öğrendiğim kadarıyla, iddianame içerisinde pek çok anayasa mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları vurgusu yapılmış. Başsavcı vekili, belli ki esprili bir genç. Bu ülkede Anayasa Mahkemesi kararlarının tanınmamasının mucidi, vekaleten temsil ettiği zat iken, bu örnekleri buraya yazabilme gafında bulunmuş. Şu artık nettir: Bu siyaset sürecinde, siyaseti dizayn etmek maksadıyla iş görenler vardır. Yalnız bu görev öyle zannettikleri gibi kolay değildir. Bilsinler ki, bu yolda onları ilk yalnız bırakacak kişi de yerli ve milli Makyaveldir. Yerli Makyavel, sizi bugün pohpohlar yarın menfaati değişir o an sizi terk eder. Yaşınız benden küçük. Siyasi tecrübeniz hiç yok. Bu da benden size bir abi tavsiyesi. Ne yazık ki bu şerefli görevlere gelmiş kişiler, çıktıkları maceralı yolculukta, bu tecrübeyi yakın zamanda tadacaklar. Hiç kuşku duymuyorum.”
“BİLİRKİŞİ SATILMIŞ BEYİN MARİFETLERİNİN ORTAYA ÇIKMASI, ADLİYE KORİDORLARINDAKİ PANİĞİ ARTTIRDI”
“Bir süredir çok büyük bir panik yaşıyorlar. Panikle saldırganlaştıklarını hep birlikte görüyoruz. Ve bu saldırganlaşmanın adliye koridorlarında dedikodularını her gün dinliyorum. Ve bana, her gün oradan onlarca bilgi akıyor. Özellikle bilirkişi Satılmış beyin marifetlerinin ortaya çıkması, geçerliliği olmayan bilirkişi raporlarının ssavcılarca nasıl kabul edildiğinin belgelenmesi bu paniği o koridorlarda daha da arttırdı. Size buradan söylüyorum. Bu yargı garabetini yarattığınız için, o Satılmış beyi size asla unutturmayacağız. O işlemlerin hesabı, gün gelecek, hukukun önünde sorulacak. Şimdi buradan milletime de seslenmek istiyorum: Umutsuzluk asla yok. Hüzün hiç yok. En önemlisi, zerre kadar, bir dirhem dahi korkumuz yok. Biz, büyük bir milletle, hak ve adalet yoluna çıktık. Artık bu yoldan dönüş yoktur. Hangi planı yaparlarsa yapsınlar, hangi masa başı kurguyu hazırlarlarsa hazırlasınlar, bu cesur milleti, bu cesur milletin kararlılığını yenemeyecekler. Milleti alt etmeye kalkmasınlar, alt edemeyecekler. Her yerde söylüyorum, söylemeye devam ediyorum: Gençliğimiz de var, heyecanımız da yüksek. Nasıl yola çıkmışsak, aynı heyecanla yolumuza devam ediyoruz. ‘Her şey çok güzel olacak’ diyerek ikinci kez kazandık. ‘Hizmette tam yol ileri’ diyerek milletimizle üçüncü kez kazandık. Üstelik İstanbul'da bir Cumhurbaşkanı 17 bakanla yarışarak kazandığımızı ve milletin iradesinin tecelli ettiğini hep beraber gördük.”
“NEREDE DELİKANLILIK? NEREDE KALDI HEPİMİZİN GURURLA İSİMLİ ANDIĞIMIZ KASIMPAŞALILIK?”
Perşembenin gelişi Çarşamba'dan bellidir misali, sıranın kime geldiğini anlayan beyefendi; mertçe, millet önünde demokrasi yarışına girmek yerine, daha sahaya çıkmadan bizi sakatlamaya çalışıyorlar. Aynen ilk seçimi kazandıktan sonra ‘topal ördek’ tanımlamasını yaptığı gibi, bugün ‘turpun büyüğü heybede’ diyerek, sürecin savcılığına soyunarak, bizi sakatlamaya çalışıyorlar. Hani delikanlıydın? Delikanlı adam mertçe mücadele eder, mertçe, mertçe mücadelesini verir. Biz, mücadelemizi ilan ettik, ilan ediyoruz, ilan etmekten de çekinmiyoruz. O bakımdan milletimiz, delikanlı tutum ve tavırları sever, delikanlılığı sever. Nerede delikanlılık? Nerede kaldı hepimizin gururla isimli andığımız Kasımpaşalılık. Saraya yerleştikten sonra insanlarla bağı kopan bu anlayışın, bunu unuttuğunu görüyoruz ve düşünüyoruz. Bizans oyunları oynanmaya başlandı. Açıkçası ben, bu tutum ve tavrınızı ve bu bakışınızı, bu acı hamle ve hareketlerinizi, başta Kasımpaşalı hemşerilerim olmak üzere, yüce milletimize şikayet ediyorum. Hiç kusura bakma, buradan ilan ediyorum: Cesaret de bizde, inanç da bizde, güç de bizde. O bakımdan güç ve kudret diye gördüğün şeyler, bizim bu güçlü inancımızın, bu milletimizle olan, o birlikte olan o büyük gücümüzün yanında vız gelir tırıs gider. Milletimize olan inancımızla, toplumumuzun vicdanına, adalet duygusuna olan inancımızla yol yürüyoruz. Doğruluktan ve haksızlığa, hukuksuzluğa karşı durmaktan bizi bu durduğumuz yerden bir milim kimse kıpırdatamaz. Ama milletimize hizmet noktasında her yere koşar gider ve o hizmet için kendimizi her noktada cansiperane nefer haline getiririz. Bakış açımız budur. O bakımdan bu yürütülen yargı tacizi süreçlerini utanç verici olarak niteliyorum. Ve milletimizle beraber mücadeleye devam edeceğiz.”
İmamoğlu, daha sonra AKOM Kumanda Odası’nda hava koşullarına ve çalışmalara ilişkin bilgi aldı. Saha çalışanlarını telsiz ile selamlayarak, kolay gelsin dileklerini iletti.