Güzel insanlar türküleri hep sever demişti rahmetli annem…
Bugün dışarda yağmur vardı akşama kadar,
Varsın yağmur yağsın dışarda, ben bu gün akşama kadar türküler dinledim.
Hüzün yuva yapmış olsa da yüreğimde yaşama sevincimi türkülere bağladım..
Sonra annemi düşündüm,
Ağladım biraz…
Köye vardığımızda bize neler yedireceğini bilemez günler öncesi yemekler yapar, elleriyle baklavalar açardı tepsi tepsi…
Sonra babamı düşündüm,
Yine ağladım!
Gözlerimin önüne geldin babam, öğrencilerin andımızı yüksek sesle okuyorlar. Derse gireceksin az sonra; kara tahta başında akşama kadar bıkmadan usanmadan onlara bir şeyler yazacaksın hep. Ve israf olmasın diye okulda yasaklayacak, bütün sınıfın kalemlerini sen kendin açacaksın yine öğle tatillerinde.
Annemle birlikte okul bahçesine bir sürü fidan dikmiş senelerce onlara gözün gibi bakmış, korumuş, sulamıştın baba. Meyve verdiklerini çok görmüştük hep birlikte. Hele o ağaçları silkelememiz yok mu? Beyaz çarşaflar tutardık dalların altına. Sen herkes gelsin istediği kadar yesin derdin hep. Öyle de oluyordu. Oradan geçen tanıdık, yabancı o bahçeden bir şeyler koparıyordu. Ve ne hikmetse bütün meyvelerin dalları kırılıyordu erikten, elmadan, armuttan.
Ve sonra okulun son günü, o ayrılık günü, o hüzün günü var ya babam..
Ne kadar acıydı..
Bütün okulun masalarını, sıralarını, kitaplarını dışarı çıkarttırır, sınıfın her yanını yıkatırdın..
Bütün kitapların tek tek tozlarını aldırır tekrar özenle raflarına koyarken hep başımızda olurdun.
Ve sen, o kara tahtaya, o tebeşirle yılın veda mektubunu yazarken arkada bütün sınıf gözyaşına boğulurdu. Hepimiz ağlardık baba, hepimiz. Utanmadan, sıkılmadan, çekinmeden. Ve k o günlerde öğrenmiştik, gözyaşının saklanacak bir şey olmadığını. Çocuklar senden ayrıldığına ağlarlardı okul bitmesine değil çünkü hepsi aynı köyden sayılırlardı. Ve o mektubun şöyle başlardı babam; “Çocuklar, bir yılı daha bitirirken elimden geldiğince, dilim döndüğünce sizlere bir şeyler vermeye çalıştım. Sizleri kırdımsa, incittirsem beni affedin....”
Koca bir tahtayı doldururdun o güzel yazınla.
Ve o uzun mektubu hepimiz defterimize özenerek tane tane yazardık.
“Bunu akşam babanıza, annenize okuyun”, diye de tembihlerdin. O mektup bir ayrılık mektubuydu.
O mektup, hayatımızdan bir mevsimin döndüğünü anlatıyordu. O yazı, beyaz tebeşirin yazılarak eksildiği gibi hayatımızdan bir şeylerin eksilmesiydi. Ve son saatte, tüm öğrencileri tek sıraya dizer, hepimiz birbirimizle vedalaşır, en son sana gelir, sen hepimize sarılır, öperdin seksen beş ya da doksan öğrencini. Ve elini öperek aldığımız karnelerimizle sen sınıfın penceresinden giden çocuklarını izlerken ben de okulun kapısında öylece durur, giden arkadaşlarıma bakardım. Çocuklar hep ağır adımlarla giderlerdi, sanki gitmek istemezler her iki adımda geri dönerler bir okula, bir bana, bir sana bakarlardı. Sonra bir kaç saat yalnız ve beni kimsenin göremeyeceği bir yere gider, toprağa yüzüstü yatardım. Ağlar, durulur tekrar ağlardım. Ve çoğu kez olduğum yerden geri geldiğimde senin de gözlerin ağlamaktan kızardığını görürdüm. Ve o gece evimiz hep durgun geçerdi, hep bir ağırlık olurdu, konuşmazdık pek. Hepimizde büyük bir hüzün olurdu.
Ve o veda mektubun okulun açıldığı güne kadar yerinde kalırdı kara tahtada.
O tahta kara değil, çocuk gönlümüzün en temiz, en parlak, en çok içimizde saklı kalandı.
Ve ben o mektubu defalarca tekrar tekrar okuduğumu çok iyi hatırlıyorum baba.
Okulların açılmasına bir gün kala tek başına sınıfa girerdin. O veda mektubunu kendin siler ve yarın sabah heyecan dolu bir hoş geldin mektubu karşılardı ilk gün bizi...
Şimdi ne zaman bir okul bahçesinde çocukları görsem hemen seni anımsıyorum baba, gözlerim doluyor.
Öğrencilik yıllarımda hafta sonları beni ziyarete gelirdin. Hiç unutmam, masamın üstüne de bolca kitap koyardım. Sözüm ona ders çalışmasam da en azından kitap okuduğumu görmeni isterdim. Ama okurdum da. Kitapların yanına özellikle sevdiğim kızın resmini de koyardım. Sanki unutmuş gibi, oysa mahsus yapardım. Sen genelde derslerimi pek sormaz ama okuduğum kitaplara tek tek bakardın. Özellikle devrimci, toplumsal konuları içeren kitapları okumama büyük önem verirdin. Kimi öğretmenlerim de senin öğrencin olduğundan daha çok çekinir, korkar, okulda ve sokaklarda her zaman dikkatli olurdum.
Yine bir aybaşı geldiğinde masamın üstünde duran fotoğrafı gösterip, “Bu kızı eve alıyor musun?” diye sormuştun. Ve kalemlerin arasında unutulmuş bir adet sigaranın ne aradığını, yoksa sigaraya mı başladığımı sormuştun bana. Korkmuştum! Hayır baba, demiştim. Sigara içmiyorum onu arkadaşlar unutmuş olmalılar. Kızı sordum, demiştin, başka çarem yoktu. Yalan söylemezdim de. Arada bir geliyor, dedim. Bazen ders çalışıyoruz, bazen de bana şiir okuyor, çay içiyoruz. Çayı da çok seviyor... Bazen onun geleceği akşamlar bisküvi alıyorum. Tek lüksümüz bu. Artık gelirken bir şeyler yapıp getireceğini söyledi. Çok güzel börek açarmış...
Bu söylediklerim hoşuna gitmişti. Belli etmeden gülümsediğini görünce rahatlamıştım.
“Annende harika baklava açar”, demiştin. “Ve kadının şiir okuması dinlendirir insanı. Devam et şiirlere ama hepsi bu olmalı. Güzellik ve dostluk budur işte. Sakın bir hata yapayım demeyin. Gelir geçer hepsi. Günü yaşayın, bir de geleceğe dair sakın birliktelik planları yapmayın. Sonra hayat kırar sizi. Birde sevdiğin arkadaşlar için para harcamaktan hiç bir zaman çekinme oğlum. Cebindeki paranın tadını arkadaşlarınla çıkarabilmelisin. Ama sana zam yapacağımı sanıyorsan aldanıyorsun, bunu kendi harcamalarından kısarak yapmalısın. O zaman başka şeylerde alabilirsin kıza. Ucuz olmasının önemi yoktur.”
Babam inanmıştı bana çünkü yalan söylemeyeceğimi bilirdi. Ne olursa olsun, yalan söyleyemezdim. Sigara içmediğim ve arkadaşımın unuttuğu doğruydu. Sevdiğim kızında arada bir geldiği ve sadece şiir okuduğumuzda doğruydu.
Ve yıllar sonrasında...
Sen emekli olup kendi köyümüze yerleştiğimizde, okulun açıldığı ilk gün tam odaya girerken seni pencerenin önünde durmuş, okuldaki çocukların istiklal marşını söylediğini dinlerken ağladığını görünce bir kaç saniye belli etmeden kapı aralığından seni izlemiş sonra sessizce oradan ayrılmıştım.
Çocuk seslerini duyunca kendini tutamayıp ağlıyordun sen de!
Kim bilir içinde ne fırtınalar kopuyordu.
Ve ben o fotoğrafını hiç unutmadım babam.
Hiç unutmadım.
Hep aklımda o anın...
Şimdi düşünüyorum da gerçekte bir yanı yetim, bir yanı yalnız kalıyor insanın anne babası yoksa.
Şimdi o kadar yalnızım, kendimi o kadar yalnız hissediyorum ki, içimdeki bu yalnızlığımı, bu acımı, bedenimi delen bu acımı anlatamıyorum.
Ve sanırım öğlene kadar da hiç anlatamayacağım…
Ruhlarınız şad olsun.
Işıklarda uyuyun annem, babam…[Aşk Yazarı Mustafa Çifci- İlkyazı 2006- İstanbul, Aralık Kasım 2023]