Hani diyorum...
Diyelim ki televizyonu açtık, akşam haberlerini dinlemek, yurtta ve dünyada neler olup bittiğini öğrenmek istedik. Hani insanız ya, haber alma, bilgilenme hakkımız var ya, ondan yani...
Açtığımız kanalın olup biten her şeyi olduğu gibi, yansız ve sevgi diliyle, barış diliyle verdiğini gördük. Şaşırdık... Başka bir kanalı, başka bir kanalı açtık ve hep benzer durumla karşılaştık...
Gözlerimizi oğuşturduk, bir yerlerimizi çimdikledik, şaşkınlık ifadelerimizi sıraladık; ama öyleydi işte, ne görüyorsak, ne duyuyorsak, ne okuyorsak o...
Hükümetin tüm kararlarını sadece ülkenin ve halkın yararına olacak şekilde aldığına tanıklık ediyoruz sonra. Soygun yok, hortum yok, yandaşa akıtma yok, çocuklara yönlendirme yok...
‘Tövbe tövbe’ diyoruz...
Ülkenin cumhurbaşkanı konuşuyor; yüzü güleç, pozitif enerji saçıyor ve 'ben burada olduğum sürece yurttaş korkmasın, hakkını hukukunu kimselere çiğnetmem' havasında sınırsız güven veriyor...
Arkamıza yaslanıp oh çekiyoruz...
Başbakanımız çıkıyor sonra karşımıza. Yüzünde gülücükler, bakışlarında sevgi, umut dolu konuşuyor. Cümlelerinde en küçük bir ayrımcılık yok. ‘Onlarrrr’ diye başlayan, ‘eyyy’ diye başlayan ve içinde ötekileştirici, küçümseyici, ayrıştırıcı tek sözcük bulunan cümleler kurmuyor. 'Biz' derken taraftarlarını değil, ülkenin tamamını, hangi farklılığı taşırsa taşısın tüm yurttaşları kast ediyor. Her hangi bir yurttaşın onuruna dokunacak, kalbini kıracak, incitecek tek söz çıkmıyor ağzından...
‘Hayırdır inşallah’ diyorsunuz...
Başbakanınızın hiç kimseye çatmadığını görüyorsunuz. Kavga dili, kavga tavrı taşımıyor. Sözlerinde, gözlerinde, tavırlarında sevgisizlik içeren ve insanlıkla bağdaşmayan kin yok, nefret yok, düşmanlık yok...
‘Biri beni uyandırsın’ çaresizliği içindesiniz...
Bilimden, akıldan, felsefeden, sanattan, teknolojiden, üretimden bahsediyor başbakanımız. Çağdaş olmaktan, evrensel hukuk normlarından, her alanda olması gereken özgürlüklerden söz ediyor devamında...
‘Allah Allah’ durumundasınız...
"Eğitimimiz, sağlık sistemimiz çağdaş değerlere ve ülke gerçeklerine göre bilimsel kurum ve bilim insanları tarafından belirlenmelidir" diyor...
"Her yurttaşın can ve mal güvenliğini sağlamak, huzur içinde yaşamaları için zemin hazırlamak devletin, dolayısıyla da hükümetin görevidir" diyor...
Doğamızı, ormanımızı, suyumuzu, tarihi değerlerimizi hiçbir şey için feda edemeyiz" diyor...
"Devlet hayatında, devlet işlerinin yürütülmesinde asla herhangi bir dinin değer ve kuralları baz alınamaz; çünkü böyle bir durum başka inançtan olanlara ve inançsızlara karşı bir haksızlık doğurur ki bu da eşitlik ilkesini bozar" diyor...
"Başta ben ve aile efradım olmak üzere her yurttaş, özellikle de devletle ilişki içinde olanlar kazançlarını ve kaynaklarını göstermek, hesaplarını vermek zorundadır" diyor...
"Devlet işleri ile inançları ayırmak gerektiği gibi aile ilişkilerini de kesinlikle ayırmak gerekir" diyor...
"Özellikle çocuklarımız olmak üzere tüm yurttaşlarımızı Atatürk'ün ifade ettiği gibi 'fikri har, irfanı hür, vicdanı hür' olarak yetiştirmemiz gerekir" diyor...
"Muhalefet partilerinin ve üniversitelerin, düşünce kuruluşlarının, sivil toplum ve demokratik kitle örgütlerinin görüşlerini, önerilerini ve eleştirilerini mutlaka dikkate almak ve kararlarımızı oluştururken bunlardan yararlanmak zorundayız" diyor...
"Demokrasi kuralları, her yurttaşın hakkının korunması sınırı saklı kalmak üzere ülkede hiçbir yasak olmamalı; insanlar diledikleri gibi düşünme, konuşma, yazma ve örgütlenme hakkı ile bunları ortaya koymak üzere toplantı, gösteri ve eylem yapma hakkına sahip olmalıdır. Devletin görevi hakları ve özgürlükleri sınırlama, yasaklama değil; kullanımı için ortam hazırlama ve koruma olmalıdır" diyor...
Ter kan içinde kalıyorsunuz...
Sonra 'Sayın Başbakanımızın da ifade ettiği gibi' şeklinde başlayan ve saygı sınırını aşmayan cümleler kuran muhalefet partilerinin lider ve sözcüleri çıkıyor karşınıza...
‘Bu kadar da olmaz’ diyorsunuz...
Kanal değiştiriyorsunuz can havliyle...
Ülkenin her yerinde fabrikalar açılıyor, ormanlar oluşturuluyor, tarihi değerler ortaya çıkarılıyor, değişik alanlardaki turizm etkinlikleri zirve yapıyor; okulsuz köy ya da mahalle, okula gitmeyen çocuk yok, işi olmayan yetişkin, aşı olmayan aile yok....
Offff...
Sıkıldınız değil mi?
İstanbul'un her tür kirliliğinden kaçıp köye gittiğimde ben de sıkılmıştım. Temiz hava çarpmıştı.
Alışkanlık çoğu kere kötü bir şeydir; çünkü insan kötülere bile alışabiliyor!
İyi iyi bozmayın keyfinizi, değişen bir şey yok...
Alın ananızı da gidin, yoksa o meymenetsiz suratınıza bakmadan ininize girerler de...
Diyelim ki dedik işte!..