Artık moda oldu. İnsanlar çayını demleyip balkonda oturmuyor. Kafeler revaçta. Her yerde, adım başı. Kafe konseptinden çıkmış artık. Menüde bonfile bile var. Kafe çılgınlığı. Kahvaltı manyalığı. Toplum olarak sanki iki ihtiyacımız var. Kafeler ve mağazalar.
Gözlerimi kapatıp hayal ettiğim sosyal ortamda yiyecek içecek var belki ama özgün bize özel. Her yaştan insanlar için düzenlenmiş çeşitli aktivite saatleri. Ailelere nefes aldırmak için miniklere özel saatler. Ev hanımlarının maharetlerini paraya çevirdiği ortamlar. Güzel olmazmıydı? Kafelerde de aktivite branşları olsaydı şahane olmaz mıydı? Mesela edebiyat kafeleri: Yazarların, şairlerin geldiği, okuyucularıyla burun mesafesinde sohbetler ettiği. Sıcak yaz günüyse vişneden, kayısıdan yapılmış doğal içecekler, yemyeşil sebze salataları lor peyniriyle harmanlanmış.
Genç kızlar ne örgü örebiliyor, ne de dikiş dikebiliyor. Eskilerin deyimiyle “Kendi söküğünü dikemeyecek” vaziyetteler. Onların el manipülasyonunu geliştirecek birkaç saatte bitebilecekmodeller bulup çaylarını yudumlarken hem öğrenip hem üretmeleri heyecan verici değil mi?
Kendi ürettiği zeytini, turşuyu, salçayı konserveyi satan hanımların olduğu kafeyi düşlüyorum bazen. Hayal kurmanın sınırımı var; birde bu ürünleri doğal yöntemlerle kendisi yetiştiriyorsa tadından yenmez.
Çocuklar ve gençler için sosyal ve zihinsel beceri geliştiren faaliyetleri içermek ve dört bir şehre hitap ederek yeni yeni dostluklar geliştirmek. Toplumca kaynaşmayı sağlamak.
Daha da ileri gideyim turnuvalar düzenlemek, sokak hayvanları yararına mini satışlar yapmak gibi gibi gibi…
Ya arkadaş kafede de bunlar mı olur diyenlerinizi duyuyorum. Olur olur hem de bal gibi olur. Dahil olan herkes mutlu olur. Memleket ne olduğu belirsiz boyalı yiyeceklerden, içeceklerden kurtulur. İtiraf edeyim: Çoğunun isimleri bile aklımda kalmıyor.
Boş boş oturup, kelimeleri, yiyecekleri, içecekleri sadece ve sadece tüketmekten bin kat iyidir.