Özelde İstanbul ve Marmara’yı, genelde ise tüm Türkiye’yi derinden etkileyecek olası Marmara Depremi için yerel çözümler ürettiklerini ve üretmeye devam edeceklerini vurgulayan İmamoğlu, “Yani biri dinliyor diye sesini kısmak yok, biri kızar diye konuşmamak yok. Hepimizin çocuğu, hepimizin evindeki bebeği, doğmamış yaşamların sorumluluğu bizim üzerimizde. O bakımdan bunun çok sert bir konu olduğunu, kişileri, kurumları aştığını, memleket, hatta ulusal, hatta küresel ölçekte olduğunu zihinlerimizden çıkarmayacağız. 99 depremini de yerinde gördüm, Maraş'taki depremi de yerinde gördüm. Hala insanların acısını, gözlerinin nasıl nemlendiğini yaşıyorum. Sorumluluğumuz büyüktür. Ölüm vardır. Ama kesinlikle depremdeki ölüm çok acıdır. Çok acıdır; çünkü kendi ellerimizle kendimizi öldürüyoruz. Meseleye böyle bakalım” dedi.
Marmara Belediyeler Birliği ve İstanbul Planlama Ajansı (İPA) iş birliğiyle, “17 Ağustos'un Çeyrek Asır Ardından” başlığıyla, 2 gün sürecek (18-19 Ağustos) bilimsel etkinlik düzenlendi. İPA’nın Florya’daki yerleşkesinde, CHP TBMM Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın’ın katılımıyla düzenlenen etkinliklerin açılış konuşmalarını, Türkiye Belediyeler Birliği (TBB) ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey yaptı. Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat 2023 depremlerinde yıkımı yaşayan Adıyaman’ın Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere, Hatay’ın Defne ilçesinin Belediye Başkanı Halil İbrahim Özgün, Bilecik Belediye Başkanı Melek Mızrak Subaşı ve İzmit Belediye Başkanı Fatma Kaplan Hürriyet de etkinlikleri izleyenler arasında yer aldı.
“İRKİLELİM VE AYAĞA KALKALIM”
Konuşmasına, “25 yıl önceyi bugün konuşmak ve içi yine kaygılarla ve de üzüntülerle ve hatta görevimizi tam yapamamanın da biraz başımızı öne eğen duruşuyla sürdürmenin hüznünü yaşıyorum” sözleriyle başlayan İmamoğlu, özetle şunları söyledi:
“Ve bunu yaşamalıyız. Bunu derinden hissetmeliyiz. Aslında her birey, kendi koşullarında bunu hissetmeli ki, bir an önce tabiri caizse irkilelim ve ayağa kalkalım ve işimizi daha iyi yapma konusunda yüksek bir sorumlulukla hareket edebilelim. Bu gerçeği görmezsek, aynı hataları yapmak ne yazık ki biraz da normalleşen, biraz da ‘insani’ diye tarifleyebileceğimiz tavrı ve psikolojiye dönüşen süreci bize yaşatır. Bunu yaşatmaya ve yaşamaya asla ve asla hakkımız da yok, haddimiz de yok. Bir yandan hatırlayacağız, bir yandan kayıplarımızı anacağız. Adıyaman ve Defne Belediye Başkanlarımız da bizimle. Onların şahsında, oradaki bütün yurttaşlarımıza da geçmiş olsun diyerek, onları yalnız bırakmayacağımızı iletmek istiyorum.”
“TEK IŞIĞIMIZ; BİLİM, TEKNİK, AKIL”
“Çeyrek asır önce sarsılan bu coğrafyada, sorumluluğumuz devam ediyor ve çalışmaya devam edeceğiz. Tek ışığımız var aslında; bilim, teknik, akıl. Başka bir ışığımız yok. Yani hiçbir kişilik, kendisini şahsen bir ışık olarak göstermeye kalkmasın. Mevcutta bir ışık var; bilim. Bilimi önünüze bir ışık ve doğrultu olarak koyduğunuzda, inanın bu toplum en doğruları yapacaktır ve o doğru, can kaybı yaşamaktan bizleri kurtaracaktır. Burada oluşumuz, tabii sadece geçmişimizi değil, tam aksine geleceğimizi konuşmaya dairdir. Biliyoruz ve yaşıyoruz ki; İstanbul, Marmara Bölgesi, yani bu coğrafya, hala büyük bir tehdit altındadır. Bugün, bu 25 yıllık süreçte, çeyrek asırlık zaman diliminde neler öğrendik? Neler biliyoruz? Nasıl önümüze bakıyoruz? Bu gözden geçirilecek. Çok değerli oturumlar, sunumlar olduğunu biliyorum. Bu bağlamda sadece İstanbul olarak değil de Marmara Belediyeler Birliği’yle birlikte burada bir araya gelmenin de öneminin altını çizmek lazım.”
SANAYİ BAKANLIĞI'NIN “MARMARA HARİTASI” ÜZERİNDEN AÇIKLAMALAR YAPTI
“Bilimsel bir sunum elbette benim ne tarzım ne de haddim, hakkım. Ben, açıkçası o sunumlardan, yazılardan ve bilim insanlarının ortaya koyduğu, teknik insanlarının ortaya koyduğu prensiplerden kendisine ders çıkaran ve görev çıkaran bir belediye başkanıyım. Bir haritayı sizlere göstermek istiyorum. Bu haritayı biz tasarlamadık. Bu harita, Sanayi Bakanlığı'nın 2021 yılında yapmış olduğu bir araştırmada elde edilmiş bir harita. Kamuya açık bu harita, acaba ne söylüyor? Bunu düşünürken de biraz kaygılanıyorum açıkçası. Yani bu İstanbul için bir kaygı değil sevgili dostlar, bu, Türkiye için bir kaygı. Çok stratejik bir kaygı. Jeopolitik bir kaygı. Toplumsal bir kaygı, kaygı. Yani sadece depreme dayalı bir can kurtarma üzerinden kaygıyı da içermiyor. Çok yönlü kaygıları içeriyor burada gördüğünüz bu harita.”
“MARMARA DEPREMİ, TÜRKİYE’NİN DEPREMİDİR”
“Bu haritadaki akışlar ve ilginin odağının ne denli bir noktaya bütünleştiğini, yüzde 80’lik bir ekonomik hacmin, sadece bir ülkenin 10’da 1’ine sıkışmışlığı -ne kadar büyük bir hatadır, sıkıntıdır- gösteriyor bize. O bakımdan Marmara diye konuştuğumuz deprem, Marmara'nın ya da İstanbul'un değil, net olarak Türkiye'nin depremidir. Türkiye'nin her yerindeki acı, bizim acımızdır. Ama bu deprem, Türkiye'nin depremidir. Yani buradaki sarsılmamız, buradaki yıkım ya da yıkılmama, dik durma, dirençli olma, bizim geleceğimizin tasarımını sağlayacak. Bu kadar nettir ve açıktır. O bakımdan meseleye bu çerçeveden bakmamız lazım. Baktığınızda, insanların geldiği yerler itibariyle, okunan üniversiteler itibariyle, üretim ve tedarik zincirleri, ticaret ilişkileri itibariyle, Türkiye'nin her yerindeki insanımıza, çeşitli oranlarda büyük bedeller ödetecek bir depremdir İstanbul'da ya da Marmara'da yaşanacak deprem. Bu gerçek, bu iş, burada bulunan her birimizi aşıyor, anlamında elbette paylaşmadım. Sorumluluğumuzun büyüklüğünü hatırlatmak adına paylaştım.”
“BİR SÖZ SÖYLEYİNCE, BÜTÜN BAKANLARIMIZ AÇIKLAMALAR YAPMAYA KOŞUYORLAR”
“Geçen hafta Çin Halk Cumhuriyeti'nin önemli bir kenti Shenzhen’in Belediye Başkanı’nı burada misafir ettik. 18 milyonluk bir nüfustan bahsediyor. Aslında bu nüfus, orada okuyan ya da 6 aydan fazla oturumu olan herkesi kapsayan bir nüfus. Ki ben, bu nüfus sayımıyla ilgili uzun zamandır bir eleştiriyi yapıyorum. Türkiye'de yerleşik nüfusun, TÜİK verileri üzerinden hesaplanamayacağını ve bu bize realiteyi vermediğin, bu kapsamda bütün yönlendirmelerin ve bütün stratejik kararların altlığını oluşturan nüfus verisinin de ne yazık ki doğru bir veri oluşturmadığını yıllardır söylüyorum. ‘İstanbul’un resmi nüfusu 16 milyon’ dedim Shenzhen’in Belediye Başkanı’na. Ki 1 milyonun üzerindeki üniversite öğrencisinin, neredeyse yüzde 60’ı bizim gurbetçimiz ama o, bu sayıda yok. Sonra, su tüketimindeki yüzde 20’lik artışa göre konuşuyorum ki, 2 milyonun üzerinde bizim ekstra bir misafirimiz var. Bunun adı sığınmacıdır, resmidir, gayri resmidir. Ben buradan bir söz söyleyince, bütün bakanlarımız açıklamalar yapmaya koşuyorlar ama soruna çözüm bulmakta, toplumu aydınlatmakta bir çaba göremiyorum. Bu bağlamda, bütün bunları üst üste koyduğumuzda, 20 milyon oluyoruz.”
“İSTANBUL'DA NÜFUS AZALIYORSA, O ZAMAN ASKERİ ALANLARI NİYE KONUTA AÇIYORUZ?”
“Bunu niye söylüyorum? 20 milyonluk bir nüfus varken, biz şunu konuşamayız tek başına: ‘İstanbul'da zaten nüfus azalıyor.’ İstanbul'da nüfus azalıyorsa, o zaman askeri alanları niye konuta açıyoruz? Ne yapıyoruz biz? O kadar meseleler birbirine grift (iç içe) bir şekilde girmiş ki. Burada tek sorunumuz var. Yüzlerine baktığımda, başımı hafif öne eğmek durumunda kaldığım bilim insanlarını, bu işin odağına koymamaktır tek sorun. Bu kadar nettir. Tekniği, aklı, veriyi oturup masada analiz etmemektir. Yani bir kişinin ya da bir şahsın, bir grup insanın keyfi, siyasi ihtiraslarıyla karar alabileceği bir mesele değildir. Bunu söylerken kimse üzerine alınmasın. Bunun adı Cumhuriyet Halk Partisi'dir veya bir başka partidir; fark etmez. Siyasi ihtiras alanı değildir, olamaz. Memleketin geleceğinden bahsediyoruz ve geleceğini konuşuyoruz. Bu kadar açık ve nettir mesele. İşte o bakımdan ticari ilişkiler, tedarik zincirleri, üretim, yani tüm meselelerin, 7 üzerindeki bir şiddette deprem yaşandığında, Türkiye'ye çok çeşitli bedeller ödeteceğini görüyoruz. Bu derece hayati bir konuya ne kadar ağırlık verirsek verelim, yaptıklarımızdan da tatmin olma şansımız yok. Daha fazlasını yapmakla da yükümlüyüz.”
“İSTANBUL'UN KÜRESEL ETKİSİNİ, ÇOK DERİNDEN YAŞAYAN BİR BELEDİYE BAŞKANIYIM”
“İstanbul'un özellikle küresel dünyadaki yerini ve olması gereken yeri sorguluyor ve konumlandırıyoruz. İstanbul'un küresel etkisini, çok derinden yaşayan bir belediye başkanıyım. Göreve geldiğim, hatta göreve gelemediğim ve geldiğim anlardan itibaren, İstanbul’un küresel etkisini, demokrasiden sosyolojik tartışmalara, bölgesel insani hareketlerin etkisinden birtakım çevresel, doğayla ilgili hareketlere kadar etkisini yaşadım ve yaşıyorum. ‘Bir araya gelmeliyiz ve konuşmalıyız’ dediğimde, şu anda 70 Balkan şehrinin koşa koşa bir araya gelmesini, Genel Sekreterliğini tam da bu kampüste yaptığımız bu çalışmadan görüyor ve anlıyorum ki, İstanbul'un küresel etkisi muazzam. Ya da ‘Mega şehirler bir araya gelelim’ dediğimizde, yine aynı koşuyu görmek ya da Ortadoğu'daki şehirlere, ‘İnsanlar ölmesin. İnsanların yaşaması lazım, yaşatılması lazım. Şehirlerimiz sizinle konuşmak istiyor’ dediğimde, ‘Koşa koşa geliriz’ diyen Ortadoğu'nun bütün büyük şehirleri; bunların her birisi, İstanbul'un küresel ölçekte ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor.”
“BU DENGESİZLİK, BİRİLERİNİN İŞİNE YARIYOR OLABİLİR”
“Biraz önce size sunduğum o görsellerin, İstanbul ve bölgesinin, Türkiye'nin geri kalanıyla uzun zamanda oluşmuş ilişkilerini, ne yazık ki yer yer de patolojik sorunlarıyla bizlere gösterdiği bir gerçek. Bu, sağlıklı hale getirilmesi gereken bir ilişkinin de aslında başlangıç tarifini hepimize yapıyor. Belki bu dengesizlik, birilerinin işine yarıyor olabilir. Ya da bu dengesizlikten rant elde edenler olabilir. Deprem gibi sert gerçeklikler, bu tür bir dengesiz yığılmanın, patolojik sorunların ne denli bizim hayatımızı etkilediğini ve hatta bir bölüm insanımızın hayatının mahvettiğini, sorunlar yarattığını da bizlere net olarak gösteriyor. Bu sağlıksız durumu teşhis edebilmek için, bizim bir sonraki ölçeğimiz. İstanbul’a bölgesele bakıyoruz ve oradan meseleyi daha derin okuyoruz. Çünkü İstanbul'u üreten, tüketen, salgılayan, deşarj eden bir metabolizma olarak mercek altına aldığımızda görüyoruz. Ki o metabolizma, aslında tam da bölgesel bir nitelik bize sunuyor. Yani İstanbul, aslında Marmara Bölgesi'yle birlikte çalışan bütüncül bir metabolizma. Meseleyi böyle okumak zorundayız.”
“MARMARA BELEDİYELER BİRLİĞİ ÖNEMLİ BİR ŞEMSİYE”
“İPA ve Marmara Belediyeler Birliği'nin bu iş birliği, daha geniş bir birlikte çalışma programının oluşmasının şart olduğunu bize gösteriyor. Marmara Belediyeler Birliği'ni oluşturan tüm belediyelerimiz, başta Bursa Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere, önümüzdeki dönemde İstanbul ve Marmara Bölgesi'nin sağlıklı bir metabolizma haline gelebilmesi adına, tüm alanlarda kapsamlı iş birliği ve anlayış birliği yapmak zorunda olduğumuzu bize gösteriyor. Bu konuyu elbette tek başına çözemeyeceğimizi de biliyoruz. Bu saha siyasi hırs, ihtiras ya da siyasi kaygı, seçim sonucu; bütün bunlardan başka bir seviyeye muhtaçtır. O nedenle bir arada çalışmaya, bir arada düşünme gayretini en üst seviyede göstermeye devam edeceğiz. Tabii ki merkezi yönetimin yapması gerekenler var. Tabii ki bu merkezi yönetimin yapması gerekenlerle birlikte, ilgili kurumların karşısında, belediyelerimizin yapması gerekenler var. Bütüncül çalışmada, her zaman Marmara Belediyeler Birliği'nin önemli bir şemsiye olduğunu, bu şemsiye altında çalışmalarımızın merkezi yönetimle birlikte ele alınması gerektiğini de özellikle buradan duyurmak istiyorum. Bu kurumsallığı sağladığımızda, bu kurumsallığın gerçekliği üzerinden baktığımızda, gerçek verilerle ve sahadaki insanlarla düşünmeye ve üretmeye başlarız. Bu da bize doğru bir pusula olur.”
“BİRİ KIZAR DİYE KONUŞMAMAK YOK”
“Çok detay bir örnek vereyim. Marmara Bölgesi'nin büyüklük açısından iki önemli yerleşkesi var: İstanbul ve Bursa. Ve alternatifsiz bir yol aksımız var aslında. Buradan baktığımızda, özellikle Gemlik civarında çok mühim bir fay hattını geçtiğini de bilmeyen yoktur. Lojistik açıdan dikkatlice gözden geçirilmesi gereken, büyük bir risk alanı olduğunun altını çizmek lazım. İlgili kurumlarla birlikte ele alınması gereken bu ve benzeri o kadar fazla konu ve sorun var ki. Onlarca sıralayabiliriz. Kocaeli-İstanbul arasındaki ilişkiyi ya da Tekirda-İstanbul ya da diğer şehirlerimiz arasındaki benzer çalışmaları. Üretim yatırımlarını ve tesislerinin yarattığı sorunlara ilişkin de önümüzdeki süreçte ele almalıyız en güçlü sesle bu konuda raporlarımızı. Yani biri dinliyor diye sesini kısmak yok, biri kızar diye konuşmamak yok. Hepimizin çocuğu, hepimizin evindeki bebeği, doğmamış yaşamların sorumluluğu bizim üzerimizde. O bakımdan bunun çok sert bir konu olduğunu, kişileri, kurumları aştığını, memleket, hatta ulusal, hatta küresel ölçekte olduğunu zihinlerimizden çıkarmayacağız.”
“O YANGININ BİZİ DE PERİŞAN EDECEĞİNİ BİLMEMİZ LAZIM”
“Çok açık biçimde altını çizmek isterim. Açıkçası, deprem karşısında dirençli bir metabolizmayı, tek tek yerleşim birimleri olarak da inşa etmemiz mümkün değil. Kuşkusuz belediyeler olarak, kentlerimizde yapacağımız çok konu var. Her birisini madde madde ele alıyoruz. Ama Marmara ölçeğinde, bir dirençli şehir inşası olmadan, gerçek anlamda bir çözüm mümkün değil. Yani kendi bahçemizde yeşillendireceğimiz bir ortamın, etrafımız yangın yerine dönmüşken bize hiçbir faydasının olamayacağını, o yangının bizi de perişan edeceğini bilmemiz lazım. O zaman hepimizin temel görevi, bu yönde bakmaktır. Lojistiğinden ulusal damarlarına, güçlü yerleşim alanlarından üretim ve depolama tesislerine, depreme hazırlıklı hale gelmek için, iş birliği programının ana eylem alanlarından olduğunu bilerek, ona göre hazırlıkları güçlü bir biçimde yapmak zorundayız. Bütüncül bir metabolizmadan bahsediyoruz çünkü. Bunun sıradan bir teşhis olmadığını, meseleye böyle bütüncül bir metabolizma gözüyle bakmadığımız gerçeğini unutmamamız gerekiyor. Sağlıklı bir çalışma yürüten metabolizma, hepimize uzun bir yaşam sunar. Aksi ise, gerçekten tehditkar bir yaşam dönemini önümüze koymuş demektir”
“ÇAĞRILAN YERE KOŞA KOŞA GİDERİM”
“Geçtiğimiz dönemde otoyollar, kanallar, köprü ve geçişler aracılığıyla Marmara metabolizmasının yeterince analiz edilmediğini düşünüyorum. Ve analiz edilmeden yapılan, böyle tepeden inme birtakım kararların ve müdahalelerin bölgemize ne denli kötü geldiğini, ne denli kötü hissettirdiğini, kalıcı sorunları, yığınları üzerimize taşıdığını yaşadık ve gördük. Tabii bunlar, ne yazık ki dert edilmedi ve bunların sonuçları nedir diye, ne olacaktır diye sorulmadı. Mesele, kesinlikle ve kesinlikle, bazı projelere karşı olma, karşı gelme meselesi değildir. Fikirleri dinlemek ya da dinlememek ne kadar kötü bir bakış açısı, ayrımı! Fikirleri dinlemek kadar dünyada hak olan ve hukukun gereği olan bir şey yokken, sorumlulukları hattımızın içinde olan bir konuda fikri olan insanların, fikirsel mütalaalarına ya da müzakerelerine katılmamak, oraya gitmemek diye bir şey düşünülemez. Ben her zaman söylüyorum. Mesela devletimin, milletimin, onlara ait kurumların beni çağırdığı yere, makamımın ağırlığıymış, temsil ettiğimiz şehrin büyüklüğüymüş vesaire bakmadan, koşa koşa giderim diyorum. Bu aslında kamuya olan sorumluluğumuzun tarifidir. Yoksa Ekrem İmamoğlu tevazu gösteriyor değil. Sorumluluğumu yerine getirmenin tarifini yapıyorum.”
“SORUYORSAK, SORGULUYORSAK; GELİŞİME AÇIĞIZ DEMEKTİR”
“Meseleye soru sorarak bakmak, karşı taraf ya da taraf olmak anlamında bir bakış değildir. Bir insanın insan olmasının temeldir. Soruyorsak, sorguluyorsak; gelişime açığız demektir. Büyüyoruz, dünyada özel bir yere doğru gidiyoruz demektir. O bakımdan bütün bu sorularımıza böyle bakılmasını isterim. Hizmet edilen coğrafyanın, metabolizmanın sağlığından sorumlu bir Belediye Başkanı olarak, açıkçası bu bölgeye yapılan her müdahalenin etkisi, benim konumdur. Bunları sorgulamak, araştırmak benim konumdur. Tıpkı diğer bölge belediye başkanlarımızın olduğu gibi. Köprü yapılırken de havalimanı inşa edilirken de otoyol yapılırken de ya da bir kanala niyet edilirken de benim bunları sorgulamak ve sorgulayarak buna bakmak, benim sorumluluğumdur. Milletimiz adına sorumluluğumdur.”
“YUKARIDAN AŞAĞIYA OLUŞAN ETKİNİN, BİZİ BUGÜNLERDE NEREYE GETİRDİĞİNİ HARİTADA GÖRDÜK”
“Marmara Depremi’nin üzerinden 25 yıl geçtikten sonra, kararlılıkla ifade etmek isterim: 21. yüzyılın ikinci çeyreği, bazı alışkanlıkların ve yaklaşımların değiştiği, hem de çok değiştiği bir dönem olacak. Dünyayı, Türkiye'yi, Marmara Bölgesi'ni ve İstanbul'u yukarıdan aşağıya dinamiklerle şekillendirme anlayışının ötesinde, başka bir dönemin başladığı ve aşağıdan yukarıya inşa sürecini de güçlü bir biçimde uygulayacağımız bir dönem oluşacaktır. Yukarıdan aşağıya oluşan etkinin, bizi bugünlerde nereye getirdiğini, az önce haritada gördük. Tam tersine bir süreci mutlaka hayatımıza sokmak zorundayız. İşte yukarıdan aşağıya inşa edilmiş bir Türkiye işaret edildiğinde, ekonominin yüzde 80’inin bir bölgeye yığıldığını ya da her üç kişiden bir kişinin o bölgede yaşadığını, sağlıksız bağımlılıklar yaratan bir etkileşim ve dağılımla sonuçlandığını görmekteyiz. Bugün İstanbul'a ve Marmara'ya yönelen yığılma, o anlayışın yarattığı olumsuz sonuçlardan sadece biridir. Bu yüzden, bu pratiklere imza atan ve bu süreci hala destekleyen aktörlerin, zihniyetlerin bu değişimi yaratamayacağını düşünüyorum. Ve değişimi bize hissettirmeyeceği gibi, gerçekleştiremeyeceğini düşünüyorum.”
“HER MASAYA KOŞA KOŞA GİTMEYE VE BİRLİKTE DÜŞÜNME KONUSUNDA DA KARARLIYIZ”
“Çözümler konusunda Türkiye'nin diğer belediyeleriyle, özel olarak Marmara Bölgesi belediyeleriyle, Türkiye Belediyeler Birliği ve Marmara Belediyeler Birliği’yle geleceğimizi şekillendirmek için, her ölçekte çözüm sunan projeler geliştirme ve geliştirenlere müdahil olmada kararlılığındayız. Her masaya koşa koşa gitmeye ve birlikte düşünme konusunda da kararlıyız. 21. yüzyılın ilk çeyreğinin en önemli derslerinden birisi budur. 21. yüzyılın ikinci çeyreği de işte tam da bu taleplerin karşılanacağı, bu talepleri karşılayacak zihniyetin ve aklın, milletin tercih edeceği bir akıl olduğunu buradan ifade etmek isterim. Bu ifade biçimi, tarafı olduğum bir siyasi aklın kazanmasına yönelik değil. Bu tarifi yapmamın amacı, bütün siyasi akılların aynı zihniyetle hazırlık yapmasına katkı olması bakış açısıdır. Ki o zaman daha güçlü, daha muktedir, daha yarışmacı, daha akılcı bir süreci, demokratik süreci, ülkemize, 86 milyon insanımıza hediye etmiş oluruz. 21. yüzyılın ikinci çeyreğine ben böyle bakıyorum. Özellikle Marmara ve Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra, dirençli kentler inşa etmenin hepimizin boynunun borcu olduğunu, hepimizin büyük bir sorumluluğu olduğunu ifade ediyorum.”
“DEPREMDEKİ ÖLÜM ÇOK ACIDIR; ÇÜNKÜ, KENDİ ELLERİMİZLE KENDİMİZİ ÖLDÜRÜYORUZ”
“Benzer biçimde pandemilere, gıda krizlerine, temiz suya erişime, özellikle bütün bu sorunların yoğun bir biçimde tartışıldığı bir ortamda sorumlu olduğumuz bu güçlü metabolizmanın, tüm öğeleriyle sağlıklı çalışmalarını yapmak da boynumuzun borcudur. Birlikte çalışalım, birlikte düşünelim, birlikte konuşalım. Biz bize, bunun ötesinde düşünelim. Biz bize tabii ki yetmeye çalışacağız. Ama bu meselelerin tamamının, aynı zamanda küresel olduğunu, aklın ve bilimin bütün pencerelerinin de aslında birbirine açık olduğunu, seslerinin duyulduğunu, birbirlerini duyma gayreti içerisinde olduklarını bildiğimiz bir ortamda, uluslararası ölçekte de her konuya açık bir ortam sağlamamız gerektiğini buradan hepinizle paylaşmak isterim. Kesinlikle gördüğümüz o acılar… 99 depremini de yerinde gördüm, Maraş'taki depremi de yerinde gördüm. Hala insanların acısını, gözlerinin nasıl nemlendiğini yaşıyorum. Sorumluluğumuz büyüktür. Ölüm vardır. Ama kesinlikle depremdeki ölüm çok acıdır. Çok acıdır; çünkü kendi ellerimizle kendimizi öldürüyoruz. Meseleye böyle bakalım.”
BOZBEY: “DAYANIKLILIK, SADECE FELAKETLERİN YARALARINI SARMAK ANLAMINA GELMİYOR”
Marmara Belediyeler Birliği ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Bozbey de konuşmasında, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli yaşanan büyük depremleri hatırlatarak, "Biri 7,7, diğeri 7,6 büyüklüğündeki bu iki deprem, 11 ilimizi doğrudan etkiledi ve toplamda 50 binin üzerinde can kaybına neden oldu. Bu rakamların her birinin ardında sayısız hikaye, yarıda kalan hayatlar ve gerçekleştirilemeyen hayaller var" ifadelerini kullandı. Deprem riskine karşı daha dirençli şehirler inşa etmenin önemine vurgu yapan Bozbey, "Dayanıklılık, sadece felaketlerin yaralarını sarmak anlamına gelmiyor. Gelecekte karşılaşabileceğimiz şoklara karşı hazırlıklı olmamızı da gerektiriyor. Bu da ancak sistemlerimizi güçlendirerek, altyapımızı sağlamlaştırarak ve toplumumuzda hazırlıklı olma bilincini yaygınlaştırarak mümkün olur" şeklinde konuştu.
“MARMARA, İSTANBUL’DAN İBARET DEĞİL”
Marmara Bölgesi'nin sadece İstanbul'dan ibaret olmadığını; Bursa, Kocaeli, Tekirdağ gibi diğer kentlerle entegre bir mega kent olduğunu belirten Bozbey, bu nedenle deprem riskinin ele alınırken bölgenin bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Depremle ilgili plan ve stratejilerin yalnızca İstanbul ile sınırlı kalmaması, bölgenin tamamını kapsayacak şekilde hazırlanması gerektiğinin altını çizen Bozbey, “Yerelde yapılması gerekenlerin başında, deprem risk yönetimi kentsel dönüşüm dayanıklılık ve dayanıklılık planları aynı zamanda dirençli kentlerin hayata geçirilmesi olmalıdır. Belediyelerimiz, bu süreçte sadece kendi bölgelerinde değil, aynı zamanda komşu kentlerle de koordinasyon içerisinde olmalıdır. Depremden birlikte etkilenecek olan bu kentlerin afet anında birbirlerine destek olacak şekilde planlamalarını hazırlaması ve uygulaması büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda büyükşehirlerimizin afet İşleri Deprem Risk Yönetimi Kentsel dönüşüm ve Dayanıklılık Birimleri kritik bir rol üstlenmektedir. Bu birimler deprem öncesinde riski belirlemek, yapı stokunun güvenli hale getirilmesini sağlamak ve aynı zamanda deprem sonrası da toparlanma sürecini yönetmekle yükümlüdürler. Belediyelerimizin bu birim faaliyetlerini desteklemesi ve kendi planlarını yaparken bu birimlerle de koordinasyon içerisinde olması gerekmektedir” diye konuştu.
“MARMARA DENİZİ'Nİ KAYBETMEK İSTEMİYORUZ”
Marmara Denizi'nin sağlıklı ve temiz olmasının, sadece belediyelerin değil, aynı zamanda hükümetin ve bakanlıkların da sorumluluğunda olduğuna dikkat çeken Bozbey, "Biz, Marmara Denizi'ni kaybetmek istemiyoruz. Marmara Denizi’ne sahip çıkmak istiyoruz. Bu konuda hükümetin dahil olmak üzere bakanlıkların yapması gereken sorumlulukları vardır” dedi. “Marmara, Marmara’da yaşayanlarındır" diyen Bozbey, ilgili tüm kurumlara, Marmara Denizi’nin korunması konusunda duyarlılık çağrısında bulundu. Etkinliğin açılış bölümü, İPA Başkanı Dr. Buğra Gökce’nin yaptığı detaylı sunumla tamamlandı.