MEMLEKET NERESİ?

Abone Ol

Memleket dediğimiz önemlidir.

Genelde yeni tanıştığımız birisine hemen “Nerelisin” diye sorarız.

“Memleket Neresi?”

Bunu sormamızın psikolojik arka planında beynimizde şu soru oluşur;

“Bana ne kadar yakın, ne kadar uzak?” olduğunu öğrenmek istememizdendir. 

Bize yakınlığı veya uzaklığına göre uyanır içimizdeki dostluk sevgisi, arkadaşlık bağımız, sohbetimiz….

Bize yakınsa hiç şüphesiz kendimize daha yakın hissederiz.

Uzaksa uzak…

Bu değişmeyen genel ana kuraldır.

Toprağım diye boş yere söylenmemiştir.

Yazarın memleketi olmaz ama hepimiz yetiştiğimiz ortama göre şekil alırız.

Yani bir anlamda kişi, yetiştiği ortamın ürünüdür. Aile, akraba, arkadaş, evdeki kitaplar, çevrenin kültürü ve eğitimi şekillendirir insanı…

Bir de yaşadığımız duygusal ilişkiler kalbimizin ve düşüncelerimizin ana temelini oluşturur.

Aşkta böyledir.

Aşkın yapıcı gücünü, siz, siz olun asla küçümsemeyin!

Çünkü insanın kalbine en çok sevginin hükmü geçer.

Erkek çocukların annesi ile duygusal yakınlığı ileri ki yaşlarında eşiyle ilişkisini; kız çocuklarının babayla olan duygusal paylaşımları da yine kocasıyla yaşayacağı ortamı tayin eder.

Bu tür şeyler asla şaşmaz, nereden bakarsanız bakın hep aynı yola çıkar.

Ve aşkın gücü ne kadar yüksekse, nefretin gücü de aynı derecede yıkıcı ve yakıcıdır.

Bu olaylara bölgesel, psikoloji ve siyasi olarak yaklaşmak faydalı ve doğru olandır.

Siyasi tarafı da ekliyorum çünkü ülkelerdeki siyasi düzenin durumu herkesi etkilemektedir.

Bu ayrı bir bilimin dalıdır…

Biz konumuza dönelim…

Demek istediğim,  hepimiz nerede büyümüşsek o toprağın değerleriyle değerleniriz. Değersiz görülen şeyler içimize nasıl işlenirse düşüncelerimiz de ona göre şekillenir, böylece kişiliğimiz ortaya çıkar.

Bildiklerimiz bizim kendi doğrularımız olur…

Bildiklerimizi ve inandıklarımızı doğru olarak kabul ederiz.

Nasıl bir işin uzmanları bir konu da anlaşamayınca, hepsinin doğrusu kendi bildiği oluyorsa bu işlerde böyledir.

Bazı şeyler asla değişmez…

Çünkü eğitim, kimi davranışları değiştirebilir ama insanın iç dünyasında eksik kalmış, yaralanmış, hırpalanmış taraflarını değiştiremez. Hastalıkların, ruhsal boşlukların ve psikolojik hastalıkların bu yüzden tedavisi hep yarımdır. Bazı hastalıklar bir ömür boyu sürer. En büyük kötülükler hep mutsuz insanlardan gelir.

Mutsuzluk, insanların hayatlarını karartan, çekilmez kılan, çevresini zehirleyen, her güzelliğe karşı çıkan insana özgü bir zehirdir.

İnsanın zehri, zehirlerin en kuvvetlisidir.  

Zenginlik dediğimizde böyledir; maddi imkanlar eğer ki eğitimle ve insan sevgisiyle, insan olmanın vasıflarıyla örtüşmüyorsa sonradan görmelerin ve nankörlüğün egemenliği altına girecektir. Ve zor kazanılmışsa, yetişkinlik süreci hep yokluk içinde geçmiş ve sonradan servet gelmişse, gençliğinde para yiyememişse ve içinde yokluğa dair bir açlık, bir korku kalmışsa sonra ne olur biliyor musunuz?

Yine yiyemez!

Çünkü içindeki özleme her ne kadar kavuşmuş olsa da, özlemin tadı, yokluğun acısını yenemez

Yokluğun yarası, gönül yarası gibi iyileşse de izi kalan yaralardandır…

Stok yapmaya, para biriktirmeye devam eder.

“Yemeyenin malını yerler” diye bunun için söylenmiştir.

*

Değişim gösterebilen insanlar kendilerini denetlemesini bilirler, neye doğru dediklerini sorgulayıp yanlışı gördüğü anda değişmeye başlarlar…

Yani bir anlamda gerçeği kişinin kendisinin görmesi gerekmektedir.

Görebilirse değişir.

Göremeyenler ise asla değişmeden ve sorgulamadan yaşamına devam ederler.

İşte bu yüzden ortak kurallar genelde modern insana göre uyumlu hale gelmiştir.

Örnek mi dediniz, çok var…

Misal, kadına uzaklaştırma cezası verilen adam eğer belli bir seviyede ise istenilen yerden uzak durur, kanuna uyar. Ya değilse ne olur? Ne olacak, kanunu, hâkimi, polisi anlamaz dayanır kadının kapısına ve kafasındakini gerçek yapar…

Çünkü o yaptığı kendi doğrusudur.

Öte yandan eğitimli erkeklerin de kadına ve her şeye karşı şiddet gösterdiği de bir gerçektir.

Gelişmemiş kafanın sevgiye bakışı da farklıdır. Karısının, sevgilisinin onu sevip sevmemesine bakmaz, dinlemez ve anlamaz da. Kendi seviyorsa, ya onundur ya da kara toprağın…

Yine aşk kavramında ilk bakılan, ilk önem verilen karşıdakinin fiziksel güzelliğidir.

Zaten sorun burada başlar, coşkuyla başlayan aşk ilişkisi, fiziksel güzele doyum başladığı anda uyuşmazlıklar da başlar. 

Zaman zaman şahit oluyoruz; “Evden uzaklaştırma cezası vardı ama gitti, yapacağını yaptı yine”, gibi haberleri…

Tüm bunlar ve bunun gibi olaylar genel anlamda bölgesel olarak da benzerlikler gösterir.

Memleketli olmanın şöyle bir yanı da vardır; Kendi ortamlarında ne kadar kavga etseler de kendilerinden olmayan bir yabancıda birlikte olurlar.

Bu her zaman böyledir.

[Aşk Yazarı, Mustafa Çifci®- İstanbul, 08.01.2024]