MEMUR-SEN’DEN 37 YIL ÖNCE…
Ortada ne bir hak mücadelesinin çağdaş görüntüsü vardı.
Ne de dengesel olarak bir masanın iki tarafı…
Hani, ‘’desinler ki…’’ Havası var ya; Tam da öyleydi.
Memurlar yüzde 10 İstedi… İktidar, ortalama yüzde 4 verdi;
OLDUDA DA BİTTİ…
Tam da ortada memur sendikası yokken, takdir edilen zamma benzedi.
Oysa 12 Eylül darbesine kadar, nice özgür Toplu İş Sözleşmeleri…
Nice özgürce kullanılan ‘’GREV’’ hakkı gördük bu ülkede.
İşyeri sendikaları bile vardı.
Kamu iş yerelerinde ayrı ayrı toplu görüşmeler yapılıyor…
Nice görüşmeler grevle sonuçlanıyordu.
Çünkü 37 yıl önce henüz darbe gelmemişti.
Henüz darbe yasaları siyasal iktidarların dayanağı olmamıştı.
Henüz ayrıştıran kavgacı siyastler ortada yoktu.
Kimse muhalif olanlara çamur atmıyor…
Kimse kimseyi bu kadar bahane ve de kılıfla suçlamıyordu.
Hem ülke gündemi saldırı siyasetinden uzaktı.
Hem de vatandaşların hukuksal eşitliği korunuyordu.
Çünkü bundan 37 yıl önce ulusal değerlere saygı vardı.
Devlet adamı devlet adamlığının…
Millet de saygınlığın ölçüsünü iyi biliyordu elbette.
O günlerde: Kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyor…
Ot-samanla… Şeker, pamuk, hububat ve de eti dışarıdan almıyorduk.
Tam tersine bunları satıyor. Dünya sıralamalarında önde yer tutuyorduk.
Ne Arapları… Ne de mikserle dolaşan İngiliz ve ABD’yi sevindirecek işler yapılırdı.
Çünkü böylesine ayrışmıyor, çünkü bir saygın sosyal barışla yaşıyorduk.
Medyası özgür, demokratik kitle örgütleri özgür bir ülkeydik.
Bunların, Parlamenter Sistem’in temel taşı yapıldığı bir ülkeydik.
O günlerde: Ülkenin en büyük emekçi konfederasyonu Türk-İş:
‘’Ankara’da Meclis var… Cumhurbaşkanı var… Başbakan var…
Bir de Türk-İş var’’ diyordu.
Arkasındaki emekçilerle… Önündeki yasal ve demokratik haklara güvenerek diyordu.
O günler çok geride kaldı çok… Tıpkı demokrasimiz gibi…
Şimdi bu günlere, o günlerin profesyonel sendikacısı olarak bakıyor:
Kimin nerede olduğunu…
Kimin Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde ne hallere düştüğünü…
Kimin Türk Sendikacılık Hareketi’ne nasıl zarar verdiğini…
Hayret ve de ibretle izliyoruz elbette.
Neden? Çünkü sendikacılık bir demokrasi işidir.
Çünkü sendikacılık bir yasal güvence işdir.
Çünkü sendikacılığın yapıldığı bir ülkede:
Utanç verici gerici darbeler yaşanmamalıdır.
Eğer hem darbeler yaşanılır…
Hem de darbe yaslarına yaslanma işi olursa:
O ülkede özgürce örgütlenme zor iştir.
O ülkede özgürce toplu pazarlık zor iştir.
Yeri geldiğinde grev hakkını kullanmakla…
Yeri geldiğinde bir demokratik baskı grubu hakkını kullanmak zor iştir.
Böyle bir ülkede, öncelikle emekçilerin birliğine gerek vardır.
Bu birliğin ayakta tutacağı bir çağdaş demokrasiye…
Bir çağdaş mevzuatlar olgusuna gerek vardır.
Çünkü Toplu İş Sözleşmesi pazarlığı bir demokrasi işidir.
Bunun reçetesinde:
Herkesin nerede duracağı, nereye sırtını dayayacağı yazar.
Geride kalan 37 yılın sonunda:
Emek dünyasının nereden nereye gittiği…
Önceliğin, adaletle, demokrasiye…
Bağımsızlıkla, özgürlüğe verilmesi yazar.
‘’Hak verilmez alınır’’ ile ‘’Emek en yüce değerdir’’
Sloganlarının hayat damarı olduğunu…
Bunu bilmeyenlerin sonunun:
Ortadoğu’ya benzemek olacağı yazar.
Hatta ücretlere zam yapılırken:
Şu bildik enflasyon çıtasına göre değil…
Piyasa fiyatlarının gerçek artış rakamlarına göre yapılması yazar.
Bunları bilmeyen tüm emekçiler için de:
‘’Dersinize iyi çalışın!’’ Diye yazar.
O halde tüm sendikacılar, bu reçeteyi iyi okumalı!
Elbette ki, 37 yıl önce varken…
Bugün kaybolan demokratik haklar ışığında…
Elbette ki, günde üç öğün…