TÜRK KADINI

Abone Ol

Bir Türk Atasözü der ki;

“Birinci Zenginlik Sağlık, İkinci Zenginlik...”

Birinci zenginlik sağlık ise ikinci zenginlik nedir?

Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde önemli bir yere sahiptir.

Türklerde kadın, baş tacıdır.
Türk tarihinde kadın, hatun veya hanım yeri doldurulamaz…

Dünya tarihinde kadına Türkler kadar değer veren ve yücelten ikinci bir ırk yoktur.

Türk atasözü der ki: “Ev toprağın üzerine kurulmaz, bir kadın üzerine kurulur. Evi, ev yapan duvarı tuğlası değildir. Evi ev yapan, kadının kendisidir”.

Ne kadar mükemmel bir söz, ne kadar doğru bir yaklaşım..

Orta Asya Türk devletlerinde, [İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar] kadın önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Örneğin İskitler 'de, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki, İskitli Kadınlar her savaşta erkekleriyle birlikte çarpışmışlardır.

Türk devletlerinde Türk Kadınları bu tür faaliyetleri büyük bir başarı ile yürütmüşlerdir. Hatta bu türlü faaliyetlerde öylesine büyük yetkilerle hareket etmişlerdir ki Büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete'nin Hatunu imzalamıştır.

Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı gibi, kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden dolayı kadınsız hiçbir iş yapılmazdı. Hatta öyle ki kağanın emirnameleri sadece "Hakan buyuruyor ki‟ ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Kağanın hatununun adı kaydedilmezse o emirname geçerli sayılmazdı.

Yabancı devletlerin elçileri sadece hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü esnasında hatunun da hakanla beraber olması gerekirdi. Elçilerin kabulü sırasında hatunun da kağanın yanında olması mutlak kural idi.

Bazen de hatunlar tek başlarına elçileri kabul ederlerdi. Örneğin; Avrupa Hun ülkesinden gelen elçiler Attila’nın eşi Arıg-Han tarafından kabul edilerek devlet işleri görüşülmüştür. Kabul törenlerinde, ziyafetlerde, şölenlerde hatun hakanın solunda oturur, siyasî ve idarî konulardaki görüşmeleri dinleyerek fikrini beyan eder hatta harp meclislerine bile katılırdı. 
Türklerde ailenin temeli kadındır. Türk kadını ailesinde söz sahibi olmuş ve kocasına daima destek olmuştur. Bu milattan önce de böyle idi. Avrupa, Afrika ve Arabistan'daki kadınlar köle olarak satılırken, TÜRK KADINI her zaman hür ve özgür olmuştur. Ailede söz sahibi olduğu kadar siyasi ve ekonomik ilişkilerde devlet yönetiminde de söz sahibi olmuştur. Kadınlar kılıcını iyi kullanır, ata biner,  güreşirler ve savaşa katılırlardı. Bir Türk atasözü şöyle der: “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik iyi kadındır”. Türk erkekleri, bir kadınla evlendiklerinde ikinci bir kadın almazlardı (-1a*) Ziya Gökalp bu durumu şöyle ifade ediyor: “Eski ırkların hiçbiri kadınlara Türkler kadar hak vermemiş ve saygı göstermemiştir” (2).

Göktürk ve Uygurlarda da kağanın hanımı hatun, devlet işlerinde kocası ile birlikte söz sahibi olmuştur. Tıpkı Hunlarda olduğu gibi, emirnameler yalnız kağan adına değil, “Kağan ve Hatunun namına” şeklinde ibare ile birlikte imzalanırdı. Kadın, aile içinde de daima yüksek söz sahibi olmuştur. (3).

Asya Türklerinde Göktürklerin tarihi ve yaşamlarıyla ilgili en önemi kaynak Orhun kitabeleridir. VII. Yüzyıldan itibaren  Orhun Kitabelerinde, devlet işlerini bilen Hatunlardan söz edilir.

Orhun kitabeleri de “Kağan ve Hatun buyurur” sözleriyle başlar. Türk kadınlarına verilen değerle alakalı İslam öncesi döneme ait birçok kaynak bulunmaktadır. Bunlardan birisi de İslam öncesi İtil (Volga) Bulgarlarını ziyaret eden İbni Fadlan’ın eseridir. Fadlan eserinde Türk toplumunda kadının yerinin şaşırtıcı olduğunu itiraf etmekte ve şaşkınlığını açıkça belirtmektedir.

Fadlan, hatunun hükümdarın yanında oturduğunu ve bunun Türk geleneklerinin bir parçası olduğunu ve Türk kadınının asla erkeklerden kaçmadığını belirtir. Diğer bir Arap seyyah İbn Batu şu şekilde not almıştır: “Burada öyle ilginç bir duruma şahit oldum ki, o da Türklerin kadınlara gösterdiği saygıdır. Burada kadınların kıymeti ve saygınlığı erkeklerden daha üstündür”(4).

Dede Korkut hikayelerinde, “Deli Dumrul hikayesinde” Dumrul, canı yerine kendi canını vermeye razı olacak birisini bulmaya çalışır ve bunu kadında bulur. Kadını hiç çekinmeden canını vereceğini söyler. 

Aynı zamanda, eski Türkler kendi soylarından olan kadınlarla evlenmeye önem verirlerdi. Bu olay Türk atasözünde şu şekilde belirtilir “Ey Türkoğlu. Suyu çaydan kızı soydan al” (5).

Türk kadınların daha önce de bahsettiğim gibi cesur ve onurlu olmalarıdır. Türk kadını her zaman at üstünde, kılıç elinde ve savaş meydanında en öndedir. Gene Dede Korkut destanımıza baktığımızda “Bamsı Beyrek” hikâyesinde yer alan Banu Çiçek, bunun en güzel örneklerinden birisidir (6).  Diğer bir örnek Selcan Hatundur. Selcan Hatun, düşmanın geceleyin kocasına baskın yapacağından şüphelenmektedir. Kocasını bu konuda uyarır ve savaş başlar. Mücadele esnasında kocasının atı yaralanır. Savaşa hazır bir şekilde kenarda bekleyen Selcan Hatun, atını düşmanın üzerine sürer ve onları kılıçtan geçirir. (7).

Türk kadınının kahramanlığı yazmakla bitmez.

Türklerin kadınlarına verdiği değeri tarihsel bilgi temelinde şimdi diğer ırkların kadınlara verdiği değere bakalım. Dünyada Kadının durumu o dönemlerde nasılmış?

İngiltere’de XI. Yüz yıla kadar erkekler karılarını satabilirlerdi. Hıristiyanlar ise kadına şeytan gözüyle bakıyorlardı. Yine İngiltere’de, kadın pis bir varlık sayıldığı için incile el sürmesine izin verilmezdi. Kadınlar incile dokunabilme hakkına Hanri döneminde (1509-1547) sahip oldular. Dourun Westminister Kilisesi’ndeki bir İngiliz keşiş konuşmasında şunları söylemiştir: Yüz yıl öncesine kadar kadın kocasının sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi, söz verilmeden konuşması da yasaktı. Adam başının üzerine büyük bir odun asar ve gerektiğinde kadını cezalandırmak için onu kullanırdı. Erkek çocuklar ise annelerine evdeki hizmetçiden daha fazla değer vermezlerdi.

Çinlilerde kadın insan sayılmaz ve isim dahi verilmezdi. Kız çocuklarına da ad verme gereği duymaz, bir iki üç şeklinde çağırırlardı (8). Hayatı boyunca bir adamın yönetiminde yaşamak zorundaydı. Kadın hizmetçi sayılır, kocası ve çocukları ile aynı sofrada oturamazdı. Ayakta durup onlara hizmet etmek zorunda idi. (9)

Farslarda kadın erkeğe itaat etmek zorunda kalırdı. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi normal karşılanırdı. Sasani İranında Farslar, kan bağının nikâha mani olmaması nedeni ile anne ve kız kardeşleriyle evlenebildikleri gibi, bu konuda teşvik edilirdi (10).

Arapların cahiliye döneminde kız çocuklarının toprağa diri diri gömülmesi tarihi bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik olarak görülürdü.

Budizm’in kurucusu Buda, dönemlerinde kadınlar toplumsal tabakanın en alt sınıfına mensup, değersiz ve hiçbir işe yaramaz varlıklar olarak kabul edilmişlerdir. Başlangıçta Budda’nın düşüncesi de, dinde kadınlara yer vermeme şeklinde idi.              ilk zamanlar kadınları dine kabul etmemiştir. (20) Eski Yunanlarda da kadının bir değeri bulunmazdı. Kadın, tıpkı bir eşya gibi alınıp satılır ve miras olarak bağışlanabilirdi (11).

Câhiliye Araplarında kız çocukları iki usulde öldürülüyordu. Bunlardan biri, hamile kadının doğumunu arazide yaparak çocuğun kız olması halinde onu kazdığı bir çukura kendi elleriyle gömmesi, diğeri ise genellikle altı yaşına girinceye kadar yaşamasına izin verilip daha sonra babası tarafından gömülmesi şeklindeydi. Öldürme vakti gelince baba karısına kızına temiz ve güzel elbiseler giydirmesini söyler, ardından onu akrabalarına gezmeye götüreceği vaadiyle daha önce bâdiyede kazdığı çukurun başına götürür ve süratle gömerdi. Diri diri gömmenin yanında suda boğmak, kuyuya (Dârimî, “Muḳaddime”, 15) yahut uçuruma atmak veya boğazlamak suretiyle de çocuk öldürüldüğü oluyordu.

Slavlarda (Ruslarda) kadın eşya olarak kabul edilir ve bu olay Zodruga şeklinde adlandırılırdı. Slav ailesindeki çocuklara da esir gibi bakılırdı. Ruslar, kocası ölen kadını da kocası ile birlikte gömerlerdi. Rus hükümdarlarının, yakın adamlarının gözü önünde halktan cariyelerle ilişkiye girmesi normal karşılanırdı.

Konfuçyüs’ün Kadın Görüşü Üzerine ise: (50) “Buradaki üç yol gösterici ve beş erdem kuralı feodal toplum sistemi içerisinde oldukça geniş bir kitleye hitap eder. Buradaki Üç yol göstericiden kasıt şudur; “yönetici tebaası için yol göstericidir”, “baba oğlu için yol göstericidir”, “koca karısı için yol göstericidir.” “Koca karısı için yol göstericidir” ifadesi de yine üç itaat dört ahlak kuralı temelindeki “üç itaat”e değinir ki bu yukarıda da bahsettiğimiz kadının önce babasına, evlendiğinde kocasına, kocası öldükten sonra da oğlunu takip etmeli kuralını ifade eder. Açıkça ortada olan da kadın erkek arasında var olan ciddi cinsiyet ayrımıdır. Kadın bir nevi erkeğe ait bir eşya olarak görülür. “Evlendikten sonra kadın eşini dinlemek zorundadır, kaderden kaçılmaz, kocanın emrinden çıkılmaz” şeklindeki görüşe göre kadın erkeğin özel eşyasıdır. Kocalar eşlerini reddedebilir (boşayabilir), fakat kadın asla kocasını reddedemez (boşayamaz). Kadınlar kocalarının namusunu korumalıdır, bunun için şöyle bir söz vardır; “açlıktan ölmek önemli değil, önemli olan namusunu kaybetmemektir” denilir. (Meng, 2013, s.98) Kadın erkek ayrımı ve kadına dair oluşan bu görüşlerin de etkisiyle Çince’de kadın erkek ilişkisinde erkeğin üstünlüğünü gösteren bir deyim oluşmuştur “erkeği kadından üstün saymak.”22

Türk kültüründe kadına verilen değerden dolayı, “ana-baba”, “karı-koca” denirken, anne babadan önce söylenirdi. Göktürk çağında da anne sözü babadan önce kullanılıyordu. “Annenin öğüdünü al, babanın da sözünü dinle” veya “annesi babası sevinir” gibi deyişlerde hep anne önce söyleniyordu.-*b-

Antik Yunan kadın, ebedi küçük gibi görülmüştür, hiçbir yasal yetkisi yoktur. On beş yaşından itibaren babası tarafından evlendirilebilir. Asla bir mal edinemez. Eğitimiyse daha çok ev işleriyle ilgilidir. Kendi odası ve harem, erkeklerinkinden ayrıdır. Nadiren dışarı çıkar, dinsel bayramlar ile aile bayramlarına gidişi hariç dışarı çıkışlarında kendisine hep eşlik edilir. 70-c

Antik dönem Yunan toplumunun kadın ile ilgili tüm bu intibalarını Hesiodos’un şu sözleri özetler niteliktedir:

“Takıp takıştırıp, kı**nı sallayıp

Aklını çelmesin kadının biri

Gözü ambarındadır diller dökerken sana

Ha kadına güvenmişsin, ha bir hırsıza…

Vakti zamanı gelince bir kadın al,

Kız oğlan kız al ki

Doğru bildiğin yola sokabilesin onu…

Erkek için en büyük nimet, iyi bir karısı olmaktır bu dünyada

En büyük mutsuzluk da kötü karısı olmak

Bir karı boğazından başka şey düşünmez,

Ve erkeği ne kadar güçlü olursa olsun,

Çırasız yakar onu erkenden yıpratır…” 80-d

Antik yunan toplumunda kadınlar, doğumdan itibaren erkeklerden daha az itibar görüyorlardı. Hesiodos, Havva’nın bir görüntüsü olarak kabul edilen Pandora’yı adeta kötülüğün başlangıcı olarak kabul eder. Buna göre insanların tüm sıkıntılardan, kötülüklerden uzak bir şekilde yaşadığı Altın Çağ’ın sonunu getiren Pandora, bir kadındı. Pandora yüzünden yeryüzüne tüm kötülüler saçılmış, insanlar hastalıkların ve sıkıntıların içine düşmüşlerdir. Hesiodos’un bakış açısına göre Pandora “bir fahişenin düşünce tarzı ve bir hırsızın doğal yapısına sahip”tir.90-e

Türk Kadınına güncel yaşamda, yönetime katılma, yönetimde söz hakkına sahip olacak en büyük desteği Gazi Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. Bu anlamda kadının AŞK hayatında kendi hayatına yön verebilmesi, kişiliğini bulması; örneğin boşanma davası açabilmesi, mirastan hak alabilmesi gibi haklar yine Atatürk sayesinde olmuştur. İnsanlık tarihinde kadına gereken değeri verenlerin başında yine Atatürk gelir.

Medenî kanun ile kazanılan haklardan sonra Türk kadınına yönetimde görev alabilmesini sağlayan siyasî haklar 1930'dan itibaren verilmeye başlandı. Önce 1930'da kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanındı. 1933'te muhtarlık seçimlerine katılma hakkına, 1934'te yapılan anayasa değişikliği ile Avrupa ülkelerinin birçoğundan önce, milletvekili seçme ve seçilme hakkını kazandı. Böylece kadınlar tekrar siyasi hayata dâhil olmuş ve devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.  Atatürk bir konuşmasında; "Türk Kadını dünyanın en aydın, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır." demiştir. Bir başka konuşmasında ise; "Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak ilim ve bilgiyi kazanmasıdır." sözü ile toplum hayatında kadının önemini belirtmiştir. (*b5-) 

Farklı milletlerde kadınlara verilen değeri bu şekilde olup Türk Milleti kadar kadınlarına değer veren ikinci bir milletin olmadığını vurgulayabiliriz. 

Atatürk, şöyle demiştir; “Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” sözleriyle kadına verdiği toplumsal değeri göstermektedir.
Bütün Türk ülkelerindeki erkekler, hanımlarına yeniden atalarımızın hanımlarına verdiği değeri vermeli ve Türk kadınını daima üstün tutmalıdırlar.

Dünyanın En Güzel, En temiz, En vefakâr, En asaletli, En zarif, En karakterli, En çok vatan için savaşan Kadınlarından başında Türk Kadını gelir. Bir içim su gibi eşsiz olan Türk Kadınına, Türk’e, Türklüğe Can Kurban Olsun