Yeterki siz yapın, biz yeriz!
Gerçekten mümin olan ya da olmaya niyetlenenlere kutlu olsun!..
Cehaletin ölçüsünün 'cahil olduğunu bilememek' şeklinde formüle edildiğini; sağlıklı insanların 'öğrenme, kendini geliştirme' derdi varken; cahil insanların ise 'bir şey bildiğini gösterme ve öğretme' çabası içinde olduklarını bilim açıklıyor.
'Canım, cahil insanlar bilime de, bilim insanına da, düşünene, üretene de düşman olur' diyorsanız, ki deyin ve haklısınız, bu durumu desteklemiş olursunuz...
'Ah şu aydınlar, sanatçılar, akademisyenler, okumuşlar...' şeklinde başlayan cümlelerin buram buram cehalet koktuğunu; aydın düşmanı tavırlarını sürdüren kişilerin de her gün biraz daha karanlığa gömüldüğünü söylememe gerek yok sanıyorum..
'Onlarrrrr...' diye başlayan cümlelerin ayrımcılık, bölücülük içerdiği gibi...
Geri kalmış, az gelişmiş, gelişmemiş gibi kavramlarla ifade edilen toplumlar, 'her şeyi bilen, kendisini geliştirme, insanlaştırma, özgürleştirme gereksinimi duymayan' insanların oluşturduğu toplumlardır.
Cahillerin ağırlıkta olduğu toplumlardaki insanlar, zaten her şeyleri bildikleri için, öğrenme gereği de duymaz. sloganlarla, içi boş ya da anlamını bile bilmedikleri söylemlerle yaşarlar.
Onların bu karanlıklarından faydalanmak isteyen çevre ve kişilerin empozesiyle de cehaletten kurtulma şansları azaldıkça azalır...
Sağlıklı, namuslu, gerçek anlamda insanını, toplumunu ve insanlığı seven yöneticiler, siyasetçiler insanların zayıf yönlerini, eksikliklerini gidermeğe, onları içinde bulundukları olumsuzluklardan kurtarmaya çalışır.
Onur gibi, namus gibi, şeref gibi kavramlardan ve sevgi gibi duygulardan yeterince yararlanmamış, bulaşmamış mecburen 'insan' diyeceğimiz yaratıklar ise bu zaafiyetleri daha da derinleştirerek kullanır...
Örneğin; namuslu insan, karşısındakilere hangi kusuru, eksiği, hatası varsa söyler; diyelim ki cahilse, ona 'sen cahilsin' der. Namuslu olmayan ise 'sana nasıl cahil diyebilir, bak o senden değil..' gibi laf ebelikleriyle mevcut durumdan yararlanmaya çalışır. Çünkü namuslu insan, namuslu yurttaşları olsun isterken, namuslu olmayan ise kullanabileceği zavallılar olsun ister...
Ramazan geldi ya, duyguların en rahat kullanılacağı zaman da geldi demektir. Gösterinin, üçkağıtçılığın, fırsatçılığın, karalamanın önü iyice açıldı demektir...
Naçizane, ülkemin kısa sürede ortaya çıkan büyük adamlarından ve servetinin hesabını tutması için adam çalıştıranlarına küçücük bazı tavsiyelerim olacak...
Şairin dediği gibi, aksırıncaya tıksırıncaya kadar yiyin de...
İnsanları temelli uyutmaları ve sizin çıkarlarınıza ters düşebilecek küçücük bir kıpırdama bile göstermemeleri için televizyon ekranlarını büyük din alimleri (!) ile doldurun...
Önceden aranmış, emniyet tedbirleri alınmış, nevaleleri gönderilmiş, canlı yayın araçları konuçlandırılmış fakir evlerine gene habersiz (!) olarak gidin...
Yaşlı demeden, çoluk çocuk demeden, inanan inanmayan demeden, müslim gayrımüslim demeden, kimsenin rahatsızlık duyabileceğini aklınıza bile getirmeden davullarınızı gene çalın...
Kuş sütü eksik bilmem kaç yıldızlı otellerde yandaşlarınızla birlikte ve herkese duyuracak şekilde gene iftar sofralarınızı kurun; sıralı yemeklerinizi karnınızı kaşıya kaşıya doymak bilmeyen midelerinize indirin...
Asgari ücretin açlık sınırının çok altında olduğunu, yoksulluk sınırını dikkate bile almadan bilin, tesbit edin ama gene sakın düzeltme gibi bir çaba içine girmeyin...
İftar sofralarını gene siyasi arenalara çevirin; atın tutun, bağını çağırın, önünüze gelene basın küfürü...
Kişisel geleceğiniz uğruna memleketin anasını satmaya, pazarlamaya devam edin...
Gene ötekileştirin, gene insanları karalayın, gene sövün sayın da...
Ağzınızın oruçlu olduğunu iddia ettiğiniz zamanlarda bari:
Yalan söylemeyin!
İftira atmayın!
Kötü sözlerden uzak durun!
Katillere arka çıkmayın!
İnsanların birbirini öldürmesi için çaba sarf etmeyin!
Toplumu bölmeyin, bölmeyin, bölmeyin!!!
Çok şey mi istedim?
Haklısınız, insan olmak çok zor çünkü...
Ama bence siz bile denemelisiniz.
Düşünsenize, düşünemez misiniz? Yok yok yaparsınız; memleketin anasını bellerken şeytanın aklına bile gelmeyen fırıldakları düşünebildiğinize göre bunu da düşünürsünüz; memlekette şimdiki siz temelli azınlıkta kalmışsınız...
İşte kurtuluşun reçetesi!
Başka türlü makam sahibi olunuyor, güçlü olunuyor, zengin olunuyor ama insan olunmuyor işte!
Hadi göreyim sizi; kaldırın başınızı yemekten, bakın etrafınızda insanlar da var...
Biliyor musunuz; insan başkasna bırakın doğrudan zarar vermeyi, rahatsız bile edemez!
Kim edemez?
İnsan!