Ceza muhakemesinin etkin şekilde işlemesi, hiç kuşkusuz ki, mahkemelerin yargılamaya ve suça konu olayın maddi gerçekliğini ortaya çıkararak maddi gerçeğe uygun hüküm kurmasını gerektirmektedir. Maddi gerçeğe uygun hükmün varlığı da elbette geçmişte gerçekleşip sona eren somut olayın yargılamada deliller yoluyla ortaya çıkarılmasına, bir diğer ifadeyle canlandırılmasına bağlı olacaktır. Bu amaca ulaşabilme konusunda da elbette olayın tanığının tespiti ve ceza yargılamasında dinlenmesi önem arz etmektedir.
Tanıklığın bir kamusal görev olması ve dolayısıyla da yükümlülük doğurması karşısında devletin tanıkları korurken aynı zamanda tanıklardan güvenilir ispat aracı elde ederek maddi gerçeğe ulaşma amacını gerçekleştirebilmesi gerekmektedir. Genellikle tanıkların savunmasız olması ve buna karşın da yargılama dosyasında yer alan sanıkların kendi lehine hüküm verilmesini sağlamak amacıyla tanıklar üzerinde baskı kurması ve hatta hayat, beden bütünlüğü veya malvarlığı açısından tehlike altında olması tanıkların korunmasını da aynı şekilde zorunlu kılabilmektedir. Bir diğer ifadeyle ve ceza yargılamasının gözü ve kulağı olan tanıkların korunması elbette belirli ve zorunlu şartlar altında gerekebilir. Fakat unutulmamalıdır ki tanığın korunmasındaki temel amaç, tanıktan somut olaya uygun ve maddi gerçeği ortaya koyabilecek tarafsız, objektif ifadenin alınmasıdır. Diğer taraftan da dikkat edilmesi gereken en önemli husus ise kutsal diye addedilen savunma hakkının kısıtlanmaması, hatta bu hakkın gereğinin imkansızlaştırılmamasıdır. Savunma hakkının gereği konusunda gerek Cumhuriyet Başsavcılıkları gerekse yargılama organları olan mahkemelerin sanığa ve müdafiine imkan ve kolaylıkları sağlaması şarttır. Böylece bir taraftan tanık korunurken diğer yandan da savunma hakkı ve böylece adil yargılanma hakkı arasındaki hassas dengenin sağlanması şarttır. Aksi halde keyfiyete mahal verecek uygulamaların önü açılarak hukuk devleti olmanın şartlarından uzaklaşılarak yargıya güven konusunda toplumsal inancın kaybı neticesinde toplumsal huzursuzluk baş gösterebilecek ve hatta ekonomi de olumsuz etkilenecektir.
“Zehirli Ağacın Meyvesi Zehirli Olur” kuralı gereğince hem Cumhuriyet Başsavcılıklarının hem de Mahkemelerin hukuka uygun usullerle delil aracı elde etmesi ve ispat niteliğine haiz delilleri değerlendirirken de ceza yargılaması temel ilkelerine uygun hareket etmesi gerekecektir. Zira modern ceza yargılamasının amaçları arasında her ne kadar maddi gerçeğe ulaşmak önem arz etse de hayati öneme haiz olan bir diğer amaç da hukuk kurallarına bağlı bir yargılamanın gerçekleştirilmesidir. Bir diğer ifadeyle hukuka aykırı uygulamalarla dahi olsa maddi gerçeğe ulaşma gayreti telafisi imkansız kamusal etki ve sonuçlara sebep olarak telafisi imkansız yarınlara bizleri sürükleyebilecektir.
Gerek Ceza Muhakemesi Kanunu gerek Tanık Koruma Kanunu ve ilgili Yönetmelikle birçok tanık koruma tedbiri düzenlenmiş olsa da savunma hakkını en fazla kısıtlayan usul, hiç şüphesiz “gizli tanık” dinlenmesidir. Bu usul, her ne kadar suç örgütü ve silahlı terör örgütü kapsamında gerçekleştirilen suçların yargılamasında gidilebilen bir usul olsa da “gizli tanık” dinleme usulü somu ve sınırlı şartlara bağlıdır. Dolayısıyla “gizli tanık” dinleme usulü en son başvurulacak bir tedbir türüdür.
Savunma hakkının önemsenmediği ve savunma hakkı için gerekli imkan ve kolaylıkların sağlanmadığı bir soruşturma ve/veya kovuşturma evresinde “gizli tanık” dinleme kabul edilemez bir gerçektir. AİHM ve Anayasa Mahkemesinin de yüzlerce kararıyla ortaya koyduğu içtihatlarla da “gizli tanık” dinlemenin istisna bir tedbir yolu olduğu, sıkı şartlara bağlı olduğu ve savunma hakkı ihlal edilmeden “gizli tanık” dinlenebileceği aşikardır. Böylece mahkemelerin adil yargılanma hakkını gözetmesi, savunma hakkı ile tanığın korunma hakkı arasındaki dengeyi sağlaması, sanığa gerekli imkan ve kolaylıkları tanıması, sanığa “gizli tanığı” dahi sorgulayabilme imkanını vermesi, ”gizli tanığı" ”duruşma ile eş zamanlı dinleme ve savunma tarafının “gizli tanığa” doğrudan soru sorabilmesini sağlaması da içtihatlarla ortaya konulan şartlar arasındadır.
Özellikle uygulamada yanlış anlaşılan veya özellikle başvurma konusunda tereddütlerin yaşandığı dinleme şekli olan “gizli tanık dinleme” asla “tanığın gizli dinlenmesi” anlamına gelmemektedir. Bir diğer ifadeyle belirtirsek, kanuni şartların varlığı durumunda, adil yargılamaya aykırı olmayacak şekilde ve yüksek mahkeme içtihatlarına riayet edilerek “gizli tanık” dinlenebilir fakat hiçbir şekilde tanığın gizli dinlenmesi mümkün değildir. Kanunen ve içtihatlarla belirlenen sıkı şartların gerçekleşmiş olması durumunda izin verilen husus, tanığın kim olduğunun gizli tutulması ve bilinmemesi için gerekli olan tedbirler kapsamında duruşma ile eş zamanlı olarak tanık dinlemenin gerçekleştirilmesidir.
“GİZLİ TANIĞIN GİZLİ DİNLENMESİ ŞEKLİNDE BİR USUL MÜMKÜN DEĞİLDİR.”
Son olarak da belirtmek gerekir ki BİRDEN FAZLA KİŞİNİN YER ALDIĞI BİR SUÇA KONU OLAYIN VARLIĞI, SUÇ ÖRGÜTÜNÜN DOĞRUDAN KABULÜNÜ ORTAYA KOYAMAYACAĞI GİBİ SUÇ ÖRGÜTÜ KAPSAMINDA İŞLENEN HER SUÇA KONU OLAYIN YARGILAMASINDA MUHAKKAK “GİZLİ TANIK” DİNLEME YOLUNA GİDİLMESİNİN ÖN KABULÜ HUKUKA UYGUN YARGILAMAYA AYKIRI OLACAKTIR. ADİL YARGILANMA HAKKNINI İHLALİ SONUCUNU DIĞURABİLECEKTİR.
HUKUKA UYGUN YARGILAMANIN YAPILMASINI TALEP HAKKI HER VATANDAŞIN HAKKI OLDUĞU GİBİ HUKUKA VE ADİL YARGILAMAYA UYGUN YARGILAMAYI GERÇEKLEŞTİRMEK DE HANGİ ŞART ALTINDA OLURSA OLSUN BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ MAHKEMELERİN VAZGEÇİLEMEZ GÖREVİDİR.
Av. Dr. TOLGAHAN ŞAFAK