Yerbilimci Prof. Dr. Celal Şengör, gazeteci Fatih Altaylı'ya gördüğü rüyayı aktardı. Şengör, Türkiye Kadın Voleybol takımıyla ilgili rüyası sosyal medyada gündem oldu. Altaylı, Şengör'ün rüyasını yazısında aktardı. Altaylı'nın yazısı şöyle;

Metropark Sefaköy'de Değişim Rüzgârı: Aydın Demirel İş Başında! Metropark Sefaköy'de Değişim Rüzgârı: Aydın Demirel İş Başında!

Fatih Altaylı, Celal Şengör'ün Filenin Sultanları temalı rüyasını köşe yazısında aktardı: 

"Bizim Celal Şengör’ü bilirsiniz, sporla mporla hiç alakası yoktur. Ama voleybolcu kızlarımızın muhteşem başarısı, onun bile rüyasına girmiş. Sabahın köründe mail attı ve gördüğü rüyayı anlattı:"

“Sevgili Fatih, dün gece ilginç bir rüya gördüm.

Bir sahilden epey uzakça, her tarafı dökülen, makinaları çalışmayan, içi hıncahınç insan dolu bir gemi. Belli ki gemi ciddi olarak su da alıyor ve şimdiden hafifçe sancağa, yani sağa doğru yatmış. 

Müdahale edilmezse yakında batacak ve o kadar insan telef olacak. Geminin kıç tarafında sarıklı ve sakallı bir zat ellerini göğe açmış çevresindeki üç-beş kişiye “Dua edin” diye haykırıyor. Ama yolcuların ve mürettebatın çoğu geminin ucunda toplanmış el kol sallayarak bağırıyorlar. 

Kime bağırdıklarını göremediğim gibi, ne dediklerini tam duyamıyorum da. Biraz daha yaklaşayım diyorum (nerede olduğum belli değil: belki bir uçaktayım). Ne göreyim! İçinde ondört kız bulunan bir sandal gemiye bir halatla bağlanmış, onu sahile, kurtuluşa doğru çekiyor. 

Yahu bu nasıl olur diye düşünürken fark ediyorum ki kızların hepsinin üstünde kırmızı veya siyah spor formalar var; var güçleriyle küreklere asılıyorlar. Sandalın dümeni sandaldaki tek erkek olan sarı saçlı, ne hikmetse smokin giymiş, bir kişinin elinde, sükunetle sandalın sahile olan rotasını tutturuyor.

Sahil de gerçeküstü. Deniz kıyısı olmasına rağmen arkasında Paris şehri yükseliyor. Eyfel Kulesi’ni fark etmemek mümkün değil. Sahilde üç-beş adam var, onlar da el-kol hareketleri yaparak sandaldakilere bağırıyorlar, sanki onları cesaretlendiriyorlar. Adamların biri hariç hepsinin üstünde siyah eşofmanlar var. 

O tek kişi ise hepsinden daha uzun boylu ve üzerinde kürekçi kızlarınkine benzer kırmızı bir forma ile, elinde bayrak, sandaldakilere bağırıyor: “Haydi kızlar az kaldı. Siz o gemiyi ve içindekileri kurtaracaksınız. Sonra buraya gelip bayrağımızı dikecek, İstiklal Marşı’mızı haykıracaksınız. Bakın Paşamız da sizinle. O da gelip sizleri seyredecek, elinde bayrak size tezahüratta bulunacak, zaferinizi kutlayacak. Ha gayret.”

Yakınlaşıyorum, bakıyorum: Kızlara bunları haykıran sensin. Hem de gözlerinden yaşlar boşanarak.

Gözüm gemiye dönüyor. Bulunduğum yerden adını seçebiliyorum: Bandırma. Kızların sandalının da bir adı var: Ümit. Senin elinde kızlara haykırırken sallandırdığın Türk bayrağının ise üzerinde tek bir kelime var: Gurur.

İnan, Fatihciğim, ağlayarak uyandım. Kahvaltıya indiğimde bana söylenen ilk söz, Atatürk’ün kızlarının Belçika’yı da devirdikleri ve Paris Olimpiyatlarına tek namağlup takım olarak gidecekleriydi. 

Atatürk’ün kızları bayrağımızı hiç yere düşürmeden Paris’e gidecekler. Onlara en ahlaksız, en rezil şekilde saldırmaya cür’et eden o sümüklü, örümcek kafalı yobazlar insanlıklarından (eğer bir nebzesi bile kaldıysa) hiç utanırlar mı? Sanmam, zira onlarda o nebze bile eminim kalmamıştır. 

Ya onlara tek bir özel uçak dahi tahsis etmeyen devlet yönetimimize ne demeli? Atatürk’ün kızları özel uçak falan istemiyorlar; tek arzuları Anıtkabir’e koşup Paşalarına onlara verdiği görevi şimdiye kadar namağlup yerine getirdiklerini ve aynı inanç ve güvenle devam edeceklerini tekmil etmek. Bu memlekette aklı başında herkesin gönlü onlarladır, onlarla olacaktır.”

Editör: Editör Yazar