Her zaman kurduğumuz cümlelerdi; “Ali gider Veli gelir, dava esastır.”

Bu söylemin doğru olmadığını yaşayarak gördük.

Bir siyasi partinin kurucu lideri, o parti için her şeydir. Temelinde vadesi yetmedikçe bırakmayanların, başarıya ulaştığını gördük. 

Başarıdan kastım seçim sonucu değil, partisini ayakta tutabilme başarısı. Siyasi parti kurucu lideri merkezli ve güçlü bir şekilde teşkilatlanmış ve buna rağmen tam da parti yükselirken bırakıp gitmiş ise; çorap söküğü gibi sökülmelere kimse mani olamaz.

Kurucu liderin gidişi teşkilata ağır hasar verir. Partiyi hem içten hem dıştan sarsar. Bir defa güçlü lider boşluğu oluşur. Partinin ideolojisi ve vizyonu temel taşı olan kurucu liderin ayrılması veya görevine devam etmemesi partide onarılmaz yaralara sebep olur. Yeni liderin bu yaraları kapatması zordur. Dünden kalmış makarna gibidir. Isıtılıp yenmez… Tadı tuzu kalmamıştır bir defa.

Oysa kurucu parti liderleri Partili Cumhurbaşkanlığı sistemini de böyle kabul ettirmiştir. Yönetimine ve oy veren tabanına liderliğini kendisinin ve siyasi vizyonunun etrafında şekillendiğine inandırmıştır.  (Burada partili Cumhurbaşkanlığı sistemi ile ilgili yorum yapmıyorum. Burada konumuz kurucu liderin isterse neler yapabileceğidir.) Lider popüleriterisinin yüksek olduğu ve seçimlerdeki başarısının bu popülariteye bağlı olduğunu biliyor ve kurmuş olduğu partiye milyonlarca hata yapmasına rağmen, ekonomiden dış politikaya her alanda başarısız olmasına rağmen, sadece liderlik vasfı üzerinden asla ve asla bırakmıyordu. Balık hafızalı seçmen, gündem değişikliklerini nasılsa önünde sonunda unutuyordu.

Bu ısrarlı duruş bu kanıksanmış başkanlık, Partisi içinde ve dışında istikrar ve güven algısı oluşturuyordu. Zira tutundukları tek dal buydu.  Çok iyi biliyordu ki bir siyasi partinin kurucu lider değişikliği, yeni gelen liderin otorite ve güvenini sağlamakla ilgili ciddi sorunlar yaşamasına neden olurdu. Parti ideolojisi kesinlikle zayıflardı. Kurucu lider parti ideolojisini belirler yeni lider ideolojiden kayabilir, bu değişim parti tabanında ayrışmalara ve teşkilat içinde bölünmelere neden olabilirdi. O sebeple Cumhurbaşkanı oldu yine partisinin başını bırakmadı. Onun gidişi partisinin çöküşü ile eş değerdi.

Netice şu ki dava ve ideoloji ruhu ile kurulan partilerin içinde ayrışmalarının olması,  kurucu liderin hitabetinin artık duyulmaması, kökten siyasi ruhu ve inancı sarsma tehlikesi gösterir.  Hizip çatışmalarına sebep olur.  Parti içinde farklı gruplar arası güç mücadelesine dönüşür. Akabinde güçlü olduğunu hisseden, taraftar toplayabilen bölünüp yeni parti kurma çabalarına girer. Teşkilat ortada kalır. Parti içinde tüm bunlar yaşanırken lider karizması ve hitap şekli kaybolmuş hali ile oy potansiyelini tamamen kaybeder. Seçmen parti kimliğini sorgular. Kurucu liderin güçlü kişiliği partiye inanan genç ve yeni üyelerin aidiyet hissini de yok eder. Yeni lider partiyi tekrar rayına oturtmaya kalksa da hiç bir şey eskisi gibi olmaz.

Davasına inanan hiç bir kurucu lider bu riski göze almaz, almamalıdır.

Kurucu lider teşkilatının dağılmasına izin verirse partinin oy alamayacağını bilir. Teşkilatın dağılması seçmenle kurulan bağı yok ederek seçim performansını dibe indirir. Kamuoyunda parti içi sorunları olan bir algı oluşur.  Birlik ve istikrar algısı sallanır. İstifalar çoğalır. Dağılan seçmen başka partilere yönelir.

Bütün bunlar şunu gösteriyor ki parti teşkilatlarının ve kurucu liderlerinin güçlü tutulması partinin başarısına yol açıyor. Sevilen ve hayran kitlesi olan bir liderin gitmesi seçmen için partinin tanınmaz hale gelmesine, anlamını yitirmesine neden oluyor.

Ondan sonra siz istediğiniz kadar sesinizi çıkarın, yanlışı doğruyu ülke içinde uygulanan hatalı politikaları söylemeye çalışın, boşuna.

Atı alan Üsküdar’ı işte böyle geçiyor. 

Attan aslında kimler kimler düşüyor.

Siyasi parti üyelerinin geniş kapsamlı düşünerek okumaları ve bir sonraki yazımda buluşmak dileği ile…