Tarihin geçmişine baktığımızda sevginin önemini dile getiren büyük düşünür insanlar hep olmuştur. Sevgililer Günün tarihçesi MÖ 270 yılına kadar geriye gidiyor. Bunca yıldan bu yana yazılan şiirler, türküler sevginin yaşamın temelini olduğunu anlatmaya çalışıyor. İnsanın çektiği acıları, sevinçleri ve hüzünleri görmek o kadar da zor değildir; şiirlere, türkülere bakmak yeterlidir…

İnsanlık tarihinde sevgi ve evlilik hep kutsal sayılmıştır.

Aşkın gücü evrensel boyutta kabul görmüş, insanı değiştiren en büyük etkinin başında aşkın geldiği de kabul edilmiştir.

Aşk, insanı olumlu yönde değiştirir.

Aşık olan kişi, insanları ve çevreyi daha çok sever, toplumsal huzura katkısı olur, hoşgörü dilini kullanır. Aşkın içinde acı vermek, kaba kuvvet kullanmak gibi insanın yüzünü kızartacak kötü şeyler asla yer almaz. Aşk, insanı birey ve eşit olarak kabul eder.

*

Bazı ülkelerde sevgililer günü kutlaması dahi yasaktır oysa sevgiden, aşktan, insanın birbirine yakın olmasından daha önemli bir şey var mı bu süreli yaşamda?

Bence yok…

İnsanın mal varlığı ne kadar çok olursa olsun ruhsal açlığını giderebilir mi?

Zenginliğin de bir sonu yok üstelik hep daha fazlası istenir…

Sevginin, içsel huzurun, hasretin ve bireyin tensel - tinsel açlığı ile toplumsal eşitsizliğin ve ekonomik koşulların yetersizliği kavgayı, şiddeti doğurur.

Kavgalar, tartışmalar, şiddet ve savaşlar çıkarlara göre şekil alır. Bu değişmeyen kısır bir döngüdür.

*

Sormadan geçemeyeceğim; yeryüzünde yaşanan kavganın, gürültünün, şiddetin o karanlık günü ne zaman yok olacak? İnsanın bu çıkmaz yolunu kim aydınlatacak? Gökten birisi gelip yapmayacak, bunu insanın kendisi, daha doğrusu yönetici sınıfında olanların yapması gereken bir değişimdir…

Doğrudur, zorlaşan yaşam koşulları bizi sevdiklerimizden uzaklaştırıyor. Yaşamın bir gün biteceğini hiç düşünmeden sanki uzun yıllar yaşayacakmışız gibi birçok şeyi erteliyoruz. Oysa yaşam sonsuz değil, her gün adım adım sona doğru yürüyoruz ve yaşamın bir tekrarı da yok. Her şey bir gün masal olacak. Bu gerçeği bildiğimiz halde çoğu zaman unutuyoruz aslında mutluluğun küçük ayrıntılar içinde gizli olduğunu; kimi zaman da, umutların, düşlerin, sevinçlerin ve yalnızlığın verdiği duyguları paylaşmaktan çekiniyoruz. Oysa yaşamda, tek gerçek olan, bir şeyleri sınırsız, karşılıksız paylaşabilmek, sevgiyle yaklaşabilmektir.

Her şey zamanla değişmiş, kendi benliğinden ödün vermiştir. Bir tek gerçek insan sevgisi, bir tek gerçek aşk, kendi özünden ödün vermemiştir. Ne yokluklar, ne sefaletler, ne kıyımlar, ne savaşlar aşkı yok edememiştir. Çünkü aşk, insanın özünü teşkil etmektedir. Çünkü aşk, yaşamın kendisi, paylaşmanın özüdür. Aşk, insanlık var oldukça yaşayacaktır.

            *

14 Şubat Sevgililer Günü, “Sevgi Günü” olarak resmi tatil ilan edilmelidir.

Hatta bu gecikmiş bir durumdur.

Bu özel gün, resmi tatil ilan edilmiş olsa farkındalık yaratan bir gelişme olur ve tüm Dünya’da ses getirir…

Tüm iş yerleri bu özel günde çalışanlarına bir maaş ikramiye ile iki kişilik akşam yemeğini karşılamalıdır. Bu eylem, toplumda bir gelenek görenek haline dönüşmeli, iş yasasında yasal hak olarak güvence altına alınmalıdır. İşverenler çalışanına bir ikramiye ile iki kişilik yemek hediye etmekle bir şey kaybetmezler. Çünkü bu insana yapılan bir yatırım olacaktır. Aile huzurunu arttıracak, sevgiye heyecan katacak ve evliliğe teşvik yaratacağından toplumsal farkındalık sağlayacaktır.

Ailenin daha sağlıklı yarınları için evlilik okulları açılmalı, evlenecek adaylar bu okullarda; karı- koca olmanın anlamını kavramalı, duygusal bütünleşme, yemek- ütü, gebelik, çocuk bakımı, cinsellik, stres yönetimi, para biriktirme, yatırım, tasarruf gibi aile olmanın gerektirdiği her ne varsa belli bir eğitim programı zorunlu olmalıdır. Ancak eğitimi tamamlayanlara evlilik yani nikâh izni verilmelidir. 14 Şubat tüm yurt genelinde toplu nikâh kıyımları organize edilmeli, evlilik balayı masrafları yine belediyelerce karşılanmalıdır. Bu şekilde ailenin geleceği ve evlilik daha önemli, daha ciddi bir hale dönüştürülmelidir. Evlilik, fiziksel güzelliğin ve aşkın gözü körlüğünden kurtarılmalıdır. Diğer taraftan nikâhlarda şahit olmanın hiçbir etkisi yoktur! Hatta gereksiz bir uygulamadır çünkü bir işe yaramıyor! Şahit olma, şahit olduğu kişinin az çok ruhsal tarafını tanıdığını, yaşadığı olumsuz olaylarda gösterdiği tepkiyi anlatabildiği en az üç yaşanmış olayını tüm davetlilerin önünde anlatmalı. Olaylara nasıl tepki verdiğini, insanlara nasıl yaklaştığını o davette az çok herkesin bir bilgisi olmalıdır. Şahit olacak kişinin tanınmış birisinden seçmek ise tam bir çıkmaz sokak gibidir. Şahit olacak kişi tanınmış olunca sanki sevgiye katkısı mı olacak?  Şahitlik olayı da acilen sosyolog ve psikologlar tarafından ele alınıp değiştirilmedir.  Çünkü aşk, sevgi ve evlilik söz vermekle devam etmiyorİlişkilerin devamını davranışlar, saygı, sadakat belirliyorSevgi, saygının içinde büyüyen bir çiçek gibidir. Saygının olmadığı yerde sevgi olmaz. Bunlar önemlidir sonuçta hiç kimse evladının kötü birisiyle evlenip hayatının kötü olmasını istemez. Bir insan ne kadar zor yetişiyor.

Bunlar yapıldığında bu gelişmeler toplumsal huzura katkısı ve kadına şiddeti azaltmada önemli ölçüde büyük katkı sağlayacaktır. Bunların ve daha fazlasının yapılması mümkündür. Köy enstitülü dönem nasıl eğitimde çağ atlamayı başarmışsa, bu yazdıklarım da aile için bir devrim yapacak güçtedir.  

Kadının değeri, hediye almakla, çiçekle böcekle olmaz! Değer, eğitimle anlamlı hale gelir. Pahalı hediyeler sevginin bir ölçüsü değildir. Üstelik son bir yılda kaç kadınımız cinayetle hayatını kaybetti, sayısı korkunç! Şiddet görenlerde bir zamanlar çiçek böcek hediye mutlaka almışlardır. İşte evlilik okulu; “Ya benimsin ya da kara toprağın” mantığının asla aşk olmadığını, kıskançlığın sevgi göstergesiyle ilgisi olmadığını, ruhsal bir hastalık durumun olduğunu ve tedavi gerektirdiğini anlatması esas olmalıdır. Eğitim esnasında mutlaka kişilerin bu görülmez olumsuz ve hastalıklı tarafları ortaya çıkacak, böylece bir tedavi sürecinin de başlamasına vesile olacaktır.

14 Şubat Sevgililer Günümüz kutlu olsun, yeryüzüne hoş görü ve sevgi egemen olsun.

Ve diyorum ki, bir an evvel insanın insanla olan kavgası, insanın nisana yaptığı kötülükler yok olsun.

Son sözümü ise şöyle bitiriyorum; ey güzel insanlar, yüreğiniz her ne yaşarsa yaşasın asla iyi olmaktan vazgeçmeyin. İyilik iyiliktir. Güzel düşünmek, pozitif olabilmek ise en büyük güçtür.

Not: Bu anlamda kanun yasası için siyasi partilere, yasa teklifi için milletvekillerin bilgilerine sunarım. Mecliste olsam bunun için elimden geleni yapar, başarırdım. O günlerde gelecek!