Geçtiğimiz günlerde Sivasspor’un, Fenerbahçe karşılaşması öncesi sahaya “Doğal olan normal doğum” pankartıyla çıkması, yalnızca bir maç öncesi organizasyon olarak görülemez. Bu pankart, Türkiye’de kadın bedeni üzerinde süregiden ideolojik, tıbbi ve toplumsal tahakkümün sessiz ama oldukça net bir yansımasıdır. Peki, bir futbol kulübü, kadınların en mahrem sağlık kararlarından biri olan doğum şekli konusunda söz söyleme yetkisini nereden buluyor? Dahası, “doğal” olanı “normal” ilan ederek, geri kalan her şeyi “anormal” kılmak kime, neye hizmet ediyor?

VAJİNAL DOĞUM: GERÇEKTEN "NORMAL" Mİ?

“Normal doğum” tanımı, tıbbi literatürde vajinal doğumu işaret eder. Ancak bu, sezaryeni “anormal” ya da “yanlış” kılmaz. Dünya Sağlık Örgütü, sezaryen oranlarının ideal olarak %10-15 arasında olması gerektiğini belirtse de, Türkiye’de bu oran %57’ye ulaşmış durumda (TÜİK, 2023). Bu istatistik sıklıkla “gereksiz sezaryen” söylemiyle birlikte anılsa da asıl gözden kaçan mesele, kadınların hangi doğum şeklini seçerse seçsin, gerekçesinin meşru olduğudur.

İsveç’te kadınların %16’sı, herhangi bir tıbbi zorunluluk olmaksızın sezaryeni tercih ediyor (Euro-Peristat, 2022). Kadınlar bedenlerine dair karar alırken yalnızca tıbbi değil; psikolojik, sosyokültürel ve kişisel nedenleri de değerlendiriyor. Yani kimin “nasıl doğuracağı” sadece ve sadece o kişinin hakkıdır. Bu hakkı sorgulamak ise, kadınların bedenleri üzerinde denetim kurma çabasının açık bir örneğidir.Kadınlar Karar Verir, Nokta.

Doğum şekli, sadece tıbbi değil; psikolojik ve kişisel bir karardır. İngiltere’de yapılan bir araştırmaya göre, kadınların %60’ı doğum sürecinde baskı altında hissettiğini söylüyor (Birth Journal, 2021). Türkiye’de ise yüksek sezaryen oranı, korkudan değil; bilinçli tercihten kaynaklanmaktadır. Çünkü kadınlar, bedenlerini devlete, erkeğe, sağlık sistemine ya da topluma kiraya vermek zorunda değildir.

Kimse bir erkeğe "neden sünnet oldun?" ya da "neden ameliyatla fıtığını aldın?" diye sormazken, bir kadına “neden sezaryen oldun?” diye hesap sorulması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en bariz örneklerinden biridir.

Bir bebeğin nasıl doğacağına, bırakın onu 9 ay boyunca bedeninde taşıyan annesi karar versin.

Bu kararın ne “doğalı” ne “normali” vardır. Olması gereken tek şey, kadının kararıdır.

“NORMAL” OLAN NEYDİ, UNUTMAYALIM!

Bugün “normal doğum” adı altında kadınlara dayatılan şey, aslında çok daha büyük bir sistemin küçük bir parçası. Çünkü bu toplumda “normal olan” hiçbir zaman kadınların özgür iradesi olmadı. Tam aksine, “normal” denilen şey çoğu zaman, kadını kısıtlayan, şekillendiren, denetleyen, bastıran bir normlar yığınına dönüştü.

Ama gerçek şu ki:

-Normal olan, kadının ne giyeceğine kendisinin karar vermesidir.

-Normal olan, bir kadının sokakta korkmadan, gece gündüz fark etmeksizin yürüyebilmesidir.

-Normal olan, kadınların kahkahalarının sansürlenmemesi, bastırılmaması, hedefe konmamasıdır.

-Normal olan, bir kadının ister doğurması, ister doğurmaması; ister sezaryen, ister vajinal doğumu tercih etmesidir.

Kadınların hayatına dair “normal” diye sunulan her kural, aslında onların özgürlüğünü paranteze alma çabasıdır.

ERKEKLER: BU TARTIŞMADA DİNLEMEYİ ÖĞRENİN

Kadın doğumu, kadın sağlığı, kadın bedeni... Bu üçlü üzerinden en çok fikri olanlar, çoğu zaman en az deneyimi olan erkeklerdir. Erkek egemen sistem, “anneliği” kutsallaştırıp kadınları onun içine hapsederken, doğumu da bu kutsal yükün anahtarı olarak şekillendiriyor. Ancak gerçekler farklı.

BMJ Open’ın 2019 yılında yayımladığı bir çalışmaya göre, erkeklerin %92’si doğum sancısı simülasyonunda yedinci seviyeye ulaşamadan süreci bırakıyor. Bu istatistik bile, “sen doğur ben alkışlayayım” anlayışının ne kadar sığ olduğunu ortaya koymaya yeter.

Sezaryen, tarihsel olarak bir erkek müdahalesiyle doğmuş olabilir — M.Ö. 700’de Roma Kralı Numa Pompilius’un karısını kurtarmak için ilk kez uygulandığı anlatılır — fakat bugün kadınların kendi bedenlerine dair bir hak talebidir. Ve bu hakkı tartışmaya açmak kimsenin haddi değildir.

REGL YOKSULLUĞU GERÇEĞI: SESSİZ KALANLAR, PANKART AÇANLAR

"Doğal olan normal doğum" pankartını taşıyanlar, acaba Türkiye’de her 10 kız çocuğundan 3’ünün regl döneminde okula gidemediğini biliyor mu? Ya da bir pedin ortalama 10 TL olduğu bir ülkede, asgari ücretle çalışan birinin bu ürüne ulaşmak için yaklaşık bir saat çalışması gerektiğini?

UNICEF’in 2021’de yayımladığı rapora göre, menstrual hijyen eksikliği, kız çocuklarının eğitim hakkını doğrudan etkileyen bir sorun haline gelmiş durumda. Bu sessiz yoksunluk, gerçek bir insan hakkı ihlalidir. Regl yoksulluğuna dair tek bir kelime etmeyenlerin, doğum şekli üzerinden kadınlara norm koyma çabası ise ikiyüzlülüğün daniskasıdır.

ÇÖZÜM NE? KADINLAR KONUŞACAK, ERKEKLER DİNLEYECEK

Bu meseleyi çözmenin ilk adımı, kadınların bedensel özerkliğini tartışmaya kapatmak olmalı. Kadının doğum kararı da, regl dönemi de, doğurganlık tercihi de sadece kendisini ilgilendirir. Erkeklerin bu süreçteki görevi “fikrini beyan etmek” değil, sessizce destek olmaktır.

-Okullarda ücretsiz ped dağıtımı sağlanmalı, regl yoksulluğu kamu politikalarının gündemine alınmalı.

-Kadınların bedenleri üzerinden şekillenen "kutsal annelik" mitine karşı eleştirel cinsiyet eşitliği eğitimi yaygınlaştırılmalı.

-Kadınların doğum şekli tercihine saygı duyulmalı, onları yönlendiren değil dinleyen bir sağlık sistemi kurulmalı.

SON SÖZ: FUTBOL SAHASI KÜRSÜ DEĞİLDİR

Sahada pankart açmak kolay. Ancak gerçek kadın dostluğu, regle erişemeyen kız çocuklarına kampanya başlatmakla, doğum sonrası depresyona giren kadınlara destek vermekle, “normal” dayatmasından uzaklaşmakla başlar. Kadınlar kendi bedenlerine dair kararı kendileri verir.

Gerisi laf-ı güzaftır.

Kaynak:

-TÜİK (2023), Doğum İstatistikleri

-UNICEF (2021), “Türkiye’de Menstrual Hijyen Araştırması”

-BMJ Open (2019), “Doğum Sancısı Simülasyonu ve Erkeklerin Dayanıklılık Analizi”

-Euro-Peristat (2022), “Avrupa’da Doğum Şekli Tercihleri”

-Birth Journal (2021), “Kadınların Doğum Tercihlerine Yönelik Toplumsal Baskı”