“En mükemmel kadın, çocuklarına babalarının
yokluğunda baba olabilecek kadındır.”
GOETHE
Neden sık sık arayıp, önemli bir şey söylemeden telefonu kapattığımı sorma sevgilim. Senin iyi olduğunu bilmem, gülen sesini duymam, bir merhaba demem bana öylesine iyi geliyor ki, anlatamam. Sen oralarda iyi olunca, ben de burada mutlu oluyorum. İşte bu yüzden, sık sık seni arıyor, arada bir çağrılar bırakıyorum. Biliyor musun canım, sana telefon açtığımda ahizenin öbür tarafından, “Yaaa… yine mi siz,” deyişine bayılıyorum. Senin o tatlı sözlerini ve bal rengi gözlerini çok seviyorum. Sen de, her gün dostluğumuzun büyüdüğünü, çoğalan sevgimizle yürek yoldaşın olduğumu, düşlerini süslediğimi söylüyorsun bana. Ne güzel. Seninle aynı dünyada, aynı duyguları paylaşmak ne hoş. Bundan daha büyük mutluluk olur mu? Ben seninle konuşmalara, gülüşünün sesini duymalara hiç doymuyorum. Hatta telefon faturalarını ödemekte zorlanmasam seni her gün arar, saatlerce konuşur, saatlerce güldürürdüm.
Okullu günlerimde hafta sonu tatillerinde eve gitmeden önce mutlaka postaneye gider eve telefon ederdim. Annem heyecanla, “neden arıyorsun ki, boş yere harçlığını bitirme, nasıl olsa yarın geliyorsun, yoksa gelmiyor musun tatlım?” diye sorardı.
“Geliyorum anneciğim” derdim. “Hani, bir şey istiyor musun diye sormak istedim?”
“Yok” derdi. “Hiç bir şey istemiyorum. Sağlıkla gel yeter bana.”
Ve sonra tatlı tatlı gülerdi annem geleceğimi duyunca. Annem güldükçe benim neşem yerine gelir, hasretim azalırdı. Aslında bir şey isteyip, istemediğini sormak değildi amacım. Aramamın sebebi sadece annemin gülüşünü duymak istememdi. Zaten bir şey de istemezdi. Anneme verdiğim tek hediye ona yazdığım mektuplarımdı.
Uzun zaman arayamadığım annemi, dün aradım ve yüzünden hiç eksilmeyen gülüşünü duydum telefonda. Eski günlerimizdeki telefon görüşmelerimizi anımsadım. “Biliyor musun anne,” dedim, “sadece sesini duymak için arıyordum o günlerde seni, bir hediye alacak kadar param hiç bir zaman olmamıştı.” Bu yaşıma kadar sakladığım bu sırrımı ilk defa itiraf ettiğimde, annemin sesi kesilmişti telefonda. “Sen ne tatlı gülerdin anne,” dedim, eski günlere bir selam gönderir gibi kalınlaşmış sesimle. “Şimdi neden sustun?” Hiç konuşmuyordu annem. Susup kalmıştı. Konuşamıyordu çünkü annem ağlıyordu! Eski günlerimizi anımsamış ve üzülmüştü. Biliyordum, o günlerde, cuma günleri aradığımda annemin sesi hep heyecanlı olurdu ben geleceğim diye. Evden ayrılıp, okuluma döndüğüm gün, “ben geldim, iyiyim” diye aradığımda ise, bu sefer, annemin sesi hüzünlü olurdu.
Şimdi de ayrılığın acısı vardı sözlerinde. Annemin gözyaşları hayalimde canlandı. Kendimi tutamayıp ben de ağlamaya başladım. Zor da olsa, tıpkı bir çocuk gibi, eski okul günlerindeymişim gibi, “ben geldim, iyiyim anne” dedim. “Sen hiç büyümedin ki oğlum.” dedi. “Sen hala çocuksun.” “Ben çocuğum anne,” dedim. “O küçük çocuk. Senden uzakta, karanlık gecelerde sana ağlayan, seni bir an bile olsun aklından çıkarmayan, senden uzakta kendini yetim gibi hisseden o küçük çocuğum hala.”
Güldüğünü duydum annemin. Zoraki bir gülümseme olsa bile, benim için gülümsemişti annem.
“Sen çocuksun gerçekten,” dedi. “Bana iki torun vermiş olsan da sen kocaman bir çocuksun. Saçlarına biraz aklar düşmüş, biraz dökülmüş olsa da, sen yine çocuksun. Seni hala okulda sanıyorum, her hafta sonu, gelecekmişsin gibi, seni bekliyorum. Ama sen gelmiyorsun!”
“Gelemiyorum anne,” dedim. “Bu okulun hafta sonu tatili yok çünkü. Hep çalışıyoruz.”
“İyi,” dedi annem. “Derslerini sakın ihmal etme. Çok çalış ve çevrene mutluluk ver, neşe kaynağı ol.”
Annem beni çok güçlü bilmiş olsa da, zayıf bir öğrenciydim ben. Cimriydim biraz. Sevgi vermek yerine hep sevilmek istiyordum.
Yaşları ne olursa olsun, anne- babanın gözünde çocukların hiç büyümediği ne kadar doğruydu.
Tatlı bir gülüş, içten bir gülümseyiş ne kadar önemliydi. Tıpkı bir dostumun bana gönderdiği aşağıdaki yazıda anlatıldığı gibi insanlar gülünce daha da güzelleşiyordu.
“Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu sevgi içinde, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dostuna teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle çok minnettar oldu ki...İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı... Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu. Sevgi paylaşımının sonucuydu.(*1)”
Her tebessümde acılarımızdan bir parça daha kesip atıyorduk. Sevinçlerimiz çoğalıyordu her gülüşte. Güldüğümüzde çocuk yanımız canlanıyor, içinde kötülük ve art niyet taşımayan çocuk yüreğimiz uyanıyordu. Ve gülen insanlar, hiç şüphesiz sevgiye ve aşka daha yakın oluyordu.
Tıpkı annem gibi…
Tıpkı sevgili gönül dostum Sıla ‘çığım gibi.
Tıpkı sizler gibi.
Sizin gibi.
Senin gibi.
Hadi gülümseyin…
Çünkü annem hala gülümsüyor..
Sıla’m hala gülümsüyor.
Gülmeyenlere inat hala birileri gülüyor.
Bir tek ben ağlıyorum eski günlerin anısına.
Ama sevinçten, sevgiden ağlıyorum.
Ben hala çocuğum anne. Hem de küçük bir çocuk.