Son yıllarda Türkiye'de eğitim sistemi, keyfi kadrolaşma, ideolojik atamalar ve tarikat ile cemaat etkilerinin yaygınlaşması nedeniyle büyük bir tartışma konusu haline geldi. Eğitim sendikaları ve öğretmenler, özellikle fen liseleri ve imam hatip okullarında yaşanan keyfi kadroların, eğitim kalitesini ciddi şekilde düşürdüğünü belirtiyor. Öğretmen atamalarının sınavla değil, siyasi yakınlık ve ideolojik temelli kararlarla yapıldığı iddiaları, Milli Eğitim Bakanlığı ve ilgili kurumlar arasında uzun zamandır süregelen bir sorun olarak gündemde.
Güncel veriler ışığında, devletin eğitimde liyakati ön plana çıkarması ve şeffaf yönetim ilkesine bağlı kalması gerektiği görüşü yaygınlaşırken, birçok eğitimci ve sendika temsilcisi, mevcut uygulamaların bu hedeflerden uzaklaştığını ifade ediyor. Özellikle, Fen liselerine plansız ve keyfi atamalar, eğitim sisteminin nitelik açısından zayıflamasına neden oluyor. Ayrıca, fen liselerindeki kadroların objektif kriterlere dayanmadan belirlenmesi, Türkiye'nin geleceğini inşa edecek en önemli nesillerin kalitesini düşürme riski taşıyor.
Eğitim alanındaki bu sorunlar, sadece okul yönetimleriyle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda devletin tüm kurumları arasında görülen koordinasyon eksikliği, yabancı işçi politikaları ve sosyal yardım sistemlerindeki yetersizlikler de Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısını olumsuz etkiliyor. Bu bağlamda, öğretmenler ve eğitim sendikaları, toplumsal gelişimin temel taşı olan eğitimin liyakat, şeffaflık ve tarafsızlık prensiplerine dayalı bir yapıya kavuşturulması gerektiğini vurguluyor.
Hürriyetçi Eğitim Sendikası Genel Başkanı Levent Kuruoğlu ile yaptığımız sohbetten öne çıkanlar şöyle;
Hürriyetçi Eğitim Sendikası Genel Başkanı Levent Kuruoğlu, sözlerine şöyle başladı;
"Öğretmenlerle ve basın mensuplarıyla sohbet ediyoruz, buraya gelme sebebimiz budur. Çünkü bir konuyu yerinde görmezseniz, o okulu ziyaret etmezseniz, öğretmenler odasında oturup meseleyi incelemezseniz, Ankara’dan bakarak gerçeği tam anlamıyla kavrayamazsınız. Biz, yerinde gözlem yapan bir sendikayız. Ben de genel başkan olarak, üç yıllık süreçte en çok yaptığım şeylerden biri, her gittiğim yerde okulları ziyaret etmek ve basın yayın kuruluşlarıyla bir araya gelmek oldu. Hem basını hem de öğretmen odasını çok önemsiyorum."
Sizce, gözlemlediğiniz kadarıyla, eğitimdeki en önemli sorun nedir?
Birincisi liyakat. Yani, keyfi ve ideolojik bir kadrolaşma söz konusu. Aynı zamanda, vakıf ve dernek adı altında cemaat ve tarikatların Milli Eğitim içinde ve okullarda—anaokuldan liseye kadar etkin hale gelmesi ciddi bir tehlike oluşturuyor. Çünkü, Tedrisat Kanunu’na göre eğitim sadece Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı öğretmenler tarafından verilmelidir. Ancak bugün, hiçbir eğitimle ilgisi olmayan yapılar okullara sokuluyor. Bu son derece yanlış ve tehlikeli. Zaten bu konuda tepkimizi sürekli dile getiriyoruz.
“FETÖ GİDER, METÖ GELİR”
Peki, bu yapıların asıl amacı nedir? Eğitim sistemini nereye sürüklüyorlar?
Genel politikalar itibarıyla, cemaat ve tarikatların devletin eğitim kurumları aracılığıyla bir dönüşüm yaratmak istediği görülüyor. Vakıf ve cemaatler dindar bir nesil yetiştirmek amacıyla okullara giriyor. Ancak, bu yöntemle dindar bir nesil yetiştirilemez. Zaten Milli Eğitim bünyesinde binlerce din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni var. Eğer devlet, dini eğitim vermek istiyorsa, bunu bu öğretmenler aracılığıyla yapabilir. Ancak tarikat ve cemaatlerin amacı, kendilerine bağlı bir mürit kitlesi oluşturmak ve bunu eğitim sistemi üzerinden sağlamak. Bu da ülke açısından büyük tehlikelere yol açabilir.
Yakın geçmişte yaşadığımız FETÖ darbe girişimi bunun en somut örneğidir. Yarın FETÖ olmaz, METÖ olur, ÇETÖ olur ama sonuç değişmez. Aynı hataları tekrar etmemek gerekir. Bugün bu yapılar, “Şeriat istiyoruz” diyerek açıkça laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni hedef aldıklarını belirtiyorlar. Milli Eğitim içine bu zihniyeti sokarsanız ve büyümelerine imkân sağlarsanız, yarın yine benzer bir tabloyla karşı karşıya kalırız.
Peki, bu durumda neler yapılmalı?
Eğitim sendikaları olarak bu duruma ciddi şekilde karşı çıkıyoruz. Ancak sadece bizim karşı duruşumuz yetmez. Muhalefet partileri, özellikle ana muhalefet ve diğer siyasi partiler de bu konuda sesini yükseltmeli. Ancak, seçim kaygısıyla bu konuyu görmezden geliyorlar. “İktidara gelince değiştiririz” anlayışıyla hareket ediyorlar ama o zamana kadar yaşanacak zararları kim telafi edecek? Muhalefetin bu tavrını yeterli bulmuyorum. Yani muhalefet partileri de oy kaygısı güdüyor. Bu hatalı bir yaklaşım.
Daha önce sizler Türk Eğitim-Sen'de görev aldınız. Daha sonra bir ayrışma süreci oldu. Milliyetçi Hareket Partisi ve Türk Eğitim-Sen’in politikalarının değiştiği ve iktidara yakın bir sendikacılık anlayışı benimsediği yönünde eleştiriler var. Türk Eğitim-Sen’in geçmiş çizgisinde Atatürkçü, cumhuriyetçi ve milliyetçi öğretmenler ağırlıktaydı. Şimdi kadrolaşmada nasıl bir değişim oldu? Sadece Eğitim-Bir-Sen üzerinden mi kadrolaşma yapılıyor?
Kadrolaşma genellikle Milli Eğitim Bakanlığı’nın yetkisi dahilinde yürütülüyor. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 76. maddesi, olağanüstü durumlarda doğrudan atama yapma yetkisi tanıyor. Ancak, bu yetki olağanüstü bir hal olmaksızın da sürekli kullanılıyor. Normal şartlarda bu madde sadece kriz anlarında devreye girmeliyken, şu an rutin bir uygulama haline geldi.
“KEYFİ ATAMALARLA FEN LİSELERİNİN KALİTESİ DÜŞÜRÜLDÜ”
Benim özellikle tehlikeli gördüğüm bir diğer kadrolaşma süreci ise fen liselerinde yaşanıyor. Eskiden fen liselerine öğretmen atamaları sınavla yapılırdı ve bu büyük bir önem taşırdı. Ancak son dönemde fen liseleri, proje okulları kapsamına alınarak keyfi atamalara açıldı. Bu da fen liselerinin eğitim kalitesini ciddi şekilde düşürdü.
Fen liseleri, Türkiye’nin en zeki öğrencilerinin eğitim aldığı kurumlardır. Buralara öğretmen atamaları önceden objektif sınavlarla belirlenirdi ve hiçbir itiraz olmazdı. Ancak, proje okulu statüsü getirildikten sonra, müdürler ve öğretmenler tamamen keyfi atamalarla belirlenmeye başladı. Bir sendika talepte bulunuyor, il onaylıyor, bakanlık da onaylayınca süreç tamamlanıyor. Bu keyfilik, okulların kalitesini hızla düşürüyor.
Bu noktada, iktidarın asıl hedefi İmam Hatip okullarını güçlendirmek. Dindar nesil yetiştirme anlayışıyla, fen liseleri ve Anadolu liseleri yerine öğrencilerin imam hatiplere yönlendirilmesi isteniyor. Ancak, bu durum eğitimin niteliğini ciddi şekilde zayıflatıyor. Türkiye’de ihtiyaca göre belirlenmesi gereken okul türleri varken, imam hatiplerin plansızca çoğaltılması eğitim sistemini zorluyor.
“DERNEKLER VAKIFLAR OKUL MÜDÜRLERİNE BASKI KURUYOR”
Ayrıca, birçok ilde ve ilçede imam hatiplerin yönetimine dışarıdan müdahaleler yapılıyor. Bu okullara müdahale eden dernekler kuruldu ve okul yönetimleri üzerinde baskı oluşturuyorlar. Öyle ki, bir okul müdürü onların dediğini yapmazsa hemen hakkında soruşturma açılıyor. Bizzat bir ilde böyle bir soruşturmayla ilgileniyorum. Bir imam hatip derneği başkanı, okul müdürüne ne yapması gerektiğini söylüyor. Müdür itiraz edince de çeşitli baskılarla karşılaşıyor.
“BÜYÜK BİR ÇİFTE STANDART VAR”
Normal devlet liseleri ihtiyaçları doğrultusunda ilçe milli eğitim müdürlüğüne başvurup maddi destek istiyor. Ancak çoğu zaman bu talepler ya çok düşük miktarda karşılanıyor ya da reddediliyor. Öte yandan, imam hatip okulları maddi destek konusunda ayrıcalıklı bir konumda. Örneğin, bir imam hatip okulu 50 bin TL gezi masrafı talep ettiğinde, anında 200 bin TL gönderilebiliyor. Bu, eğitimde büyük bir adaletsizlik yaratıyor. Fazıl Anıl Kılıçlı