Başımıza gelen doğa felaketlerini, kadere ya da fıtrata bağladılar.

Çevre desek, ağaç desek “Bırakın bu romantik işleri” dediler.

Oysa biliyorduk ki şiddetli yağmurların neden olduğu sel felaketleri, toprağın üzerini  betonla kapladığımız içindi…

 Karadeniz’in topraklarında, suyunda ve havasında siyanürün  bulunma sebebi, metal madenciliğin devam etmesiydi…

2005 den bu yana 196 kat artan çöp ithali sonucu; bu yıl 659 bin 960 tona ulaşan plastik çöpler de bizim eserimizdi…

 Yapılan araştırmalara göre dünyada , çöp ayrıştırmada en başarısız ilk 20 ülke arasında olma rekoruda bize aitti… Tamamen başarısız olduğumuz bir konuda çöp ayrıştırma işinin bize verilmiş olması da enterasandı.

 200 Bin 878  ağacı kesme planları da Kanal  İstanbul içindi…

Marmara denizindeki müsilaj ,kapanmayan vanalar yüzündendi…

Çatımız akmaya devam ederken, yerleri silmeye devam ediyoruz biz.

Hiçbir şeyde olmadığı gibi, iklim ve çevre konusunda da adaletimiz yok.

İnşaatan, petrolden, kömürden, çöp arıtmaktan, kanal İstanbul’dan , nükleer santrallerden bahseden ve  bu istikamette adımlar atan iktidar, 6 yıl gecikme ile Paris Anlaşması’nı Meclis’e getirdi.

 Yemen ,Libya,  İran , Irak , Eritre ile birlikte bu anlaşmayı onaylayan sondan beşinci ülkeyiz. Yani buradan anlaşılan dünyanın en zengin %1’i en yoksul % 50 ‘sinin iki katından fazla kirliliğe sebep olup,  sonra bu kirlilik için çözüm yolları aramaktaydı.   Oysaki yeryüzünün    niyetten önce somut adamlara ihtiyacı vardı.

0 yüzden Paris iklim anlaşması tek başına yeterli değildi. Bu anlaşmaya ilk imza atanlar karbon salınımında ilk sıralarda yer alan ülkelerdi.

 Yeryüzünü boş vaatlerin eline  bırakmayacağımız çok açık . Ya dünya yakın gelecekte  yaşanmaz bir hale gelecek ya da çevreye dair iyi niyetli kararlarımızı bir an evvel uygulamak zorunda olduğumuzun farkına varacağız.  Çevreye  zarar veren projeleri durdurmalıyız. Kirliliğin esas sorumlusunun  kontrolsüz düzen olduğunu kabul etmeliyiz. Suyumuzu ,havamızı toprağımızı korumak  bir yana dursun, talan edilişine göz göre göre yok oluşuna seyirci kalamayanların ,bu ülkede ciddiye alınmadığı gibi tepkilerinin de suçmuş gibi algılanmasına müsade edemeyiz.

 Biz her buhran ve sıkıntıda ,tabiattan fışkırarak çıkan doğal gaz ve petrol kaynaklarını bulup müjde ile servis edilmesine alışkınız.

 Biz her plan ve projenin ileriye dönük vaat edilen hedeflerin hep üçlü yıllara denk geldiğini biliriz. 2023, 2053, 2073 gibi sonu üçlü  tarihlerden  payımıza düşen; 2053’te sıfır emisyona  ulaşacağımız hedefleriydi…Yol  haritamız böyleymiş. 2030’da da kömürdan çıkıyormuşuz. Tam da 2023 yılana denk gelen doğalgaz kullanım rezervlerini beklerken, kömürden kurtuluşumuz neden 7 sene sonraya denk geliyor düşünmüyor değilim.

                                    ***

Tabiki dünyada iklim krizini tek başına durdurabilecek olan biz değiliz. Bütün ülkelerin kendine ait çözümleri var. Her şeyden önce birarada hareket edebilme adına  Paris Anlaşması Uluslararası işbirliği sağlayarak , küresel iklim eylemini düzenlemeye çalışıyor. İklim değişikliklerini dünya genelinde kontrol altına alabilmemiz için , yeryüzünün ortalama yüzey sıcaklığındaki artışın 1,5 derecede sınırlandırmak gerekiyor. En azından 2 derecenin altına düşürmek için ülkelerin verdikleri taahhütleri yerine getirmesi , çözüm üretmesi ,insan hayatının devamı için şart.  Yeryüzü sıcaklığı 2,6 derece ile daha sıcak bir gezegen haline gelirken, önümüzdeki yıllarda kuraklık, kıtlık ve açlık konuları gündemimizde olacak.

Mesela birkaç örnek buldum, bu konuya açıklık getiren; 

Yeryüzü sıcaklığı 1,5 derece  olduğunda %100 olması gereken sel riski , 2  derecelik ısınma ile %170 oluyor.  Şiddetli  kuraklığa maruz kalan insan sayısı 1,5 derecede 350 kişi iken, 2 derecede 410 milyon insana ulaşıyor…

Artık fıtrat mı, kader mi, romantizm mi bilemem ama , çevre, doğa ve dünya iklimine dair ülkemiz adına ,olumlu yönde en ufak bir adım atılmadığı aşikar.

EVRİM TOK