Bu köşe yazısını yazmamın sebebi; kaldırımda ,sokakta yatan üniversite öğrencilerinin fotoğraflarını görmemdir. Herkes üzüntüsünü farklı şekilde gösteriyor, ben de yazıyorum işte.

İstanbul Kadıköy ‘de 2005 de 1600 lira olan ev kirası, şu an 5800 lira olmuş. On beş sene içinde tabiri caiz ise kuş kondurmuşlar eve. Hatta tüy dikmişler çatısının üzerine.

 Üniversiteler açılmış, bizim evlatlarımız şehir dışından gelmiş kalmak için yer arıyor bütün ilçelerde evler hınca hınç mülteci dolu. 

 Fatih ilçesinde bugün gidip sorun ,her 10 daireden sadece üçünde Türk  aile ikamet ediyor. Geriye kalan 7 dairede  ise yabancılar... Hatta bazı binalar komple yabancı. Fatih de Suriyelilerin oturduğu mahalle var. Afgan, Özbek, Türkmen, Irak’lılar başı çekse de Ortadoğu ve Afrika’nın her bölgesinden insan buraları mesken tutmuş durumda. Domates alır gibi ev alan, konserve kutusu kadar evleri 10 kişi üst üste kiralayanlar da cabası. 

Göçmen istilası, öğrenci sayısında ki artış emlak fiyatlarını zirveye taşımış durumda. Fırsattan istifade bazı ev sahipleri de , sahibinden kiralık vereceği dairesine emlakçıymış gibi pirim istemeye başlamış. 

Kira artışı sadece İstanbul ‘da değil Mersin ve Ankara’da da var. Ankara’da 14 yılda kira artışı İstanbul ile aynı olmuş. 

Dikkat çeken bir nokta da Düzce, Bolu ve Van gibi depremlerden büyük zarar gören illerdeki kira artışlarının yüksek düzeyde olması. Bu illerde evlerin yıkılması ile konut stokunun azalmasının yanı sıra yeni yapılan evlerin daha kaliteli malzeme ile biraz daha lüks yapılmasının kiraları yükselttiği söyleniyor.

 2020’de pandeminin yoğunlaştığı dönemde kamu bankalarının başlattığı konut kredi kampanyaları, mevcut stokları ciddi şekilde eritmiş. Stoklar erisede  yerine yeni üretim yapılamamış. Çünkü pandeminin etkisiyle inşaat sektörü de yavaşladı. Aslında İstanbul ili için hayal edilen bir durum du bu. Zira betona doymuş kent artık daha fazla inşaatı kaldırabilecek durumda değil. Son iki yılda inşaat sektörünün yavaşlaması çevresel olarak iyiye işaret olsa da , okulların açılması ile tam bir dert haline dönüştü. Yavaşlamaya, inşaat maliyetlerinin de etkisi oldu tabi. Demirin çimentonun fiyatlarında ki artış , inşaat firmalarının en büyük mazereti. 

İleriye dönük hiç bir şeyi planlayamadığımız gibi depremden sonra ev yapan, selden sonra kent yapılandıran, yangından sonra ağaç diken bir zihniyete hakimiz biz.

Neden yine salgın sonrası normale dönüş sürecini planlayamadık? Bir sürü özel üniversite yapıyoruz da onların kalacak yerlerini niye planlayamıyoruz?

Ben cevabı bilmiyorum. Bu konunun uzmanı da değilim. Sadece bir vatandaş olarak sesli düşünüyorum. Sorunları çözmek için neden denetleme yolu ile yaklaşılıyor olaylara?

 Neden İstanbul ‘da kiralık daire bulmak piyangodan büyük ikramiye çıkmasıyla eş değer duruma geldi? Ev çıksa da fiyatlar neden bu kadar uçmuş durumda? 

Bizim vatandaşlarımız aylık kirasını ödemekte güçlük yaşarken, özellikle Araplar bir yıllık kira bedelini ödeyerek neden ev tutabiliyor? Kendi oturduğunuz mahallelerde  Gabonlu, Nijeryalı, Yeni Gineli, Libya’lı olmak üzere her milletten insanı neden görüyoruz? Hatta metrobüs durakları niye Beyrut Havalimanı gibi?

 Merdivenine kadar müşteri doldurmuş , yolda yan yatmış giden minibüs gibi memleketim. Ücretleri arkadan öne gönderelim desen de uzatacak kimse yok. Şöför’ün gözünde de hâlâ bir sürü boş yer var. O yüzden biz yine arkalara doğru ilerleyelim...

EVRİM TOK