Başlığı görünce her birinizin baktığınız pencereye, algı durumunuza ve önceliklerinize göre yanıt verdiğinizi, aynı anda birbiriyle örtüşmeyen çok sayıda fikrin birbirine karıştığını biliyorum.
Öyle ya; demokratik bir ülkede kimin/kimlerin yönettiğini bilmeyen mi var? Ülkenin parlamentosu var, hükümeti var, yargısı var, güvenlik güçleri var; devletin ve yasaların izin verdiği ölçüde yurttaşların oluşturduğu irili ufaklı kurumlar var, kuruluşlar var; değil mi?
O zaman bu başlığın anlamı ne?
Öncelikle şu kapalı, sözüm ona sırlarla dolu; ama özü itibariyle karanlık işlerin, ilişkilerin cereyan ettiği ve çoğu kere 'devlet sırrı' cilasıyla üzeri kapatılan kepazeliklerin bolca olduğu toplumlarda gerçek anlamda demokrasinin olmayacağı/olamayacağı saptamasını anımsatalım...
Sonra; adına 'örtülü ödenek' denen ve başbakanlara neredeyse sınırsız ve asla hesabını vermemek üzere yetkiler tanıyan başka bir rezaletin olduğu toplumlarda temizlik olmayacağının altını çizelim...
Ayrıca; devlet kurumlarının ve yetkililerinin amaç ve sınırlarının korunmadığı, hatta kimi zaman sınır konmadığı ilişkiler içinde özgürlük olmayacağını; bu tür ilişki ve kişilerin her an toplumun başına belalar açabileceğini kaydedelim.
Keza, demokrasilerde ülke sorunları ve onların çözümü kapalı kapılar arkasında, birilerinin inisiyatifine terk edilmiş olarak çözülmez, çözüm aranmaz. Çünkü böylesi yöntemler karanlık ilişkilere ve yasal olmayan uygulamalara zemin hazırlar...
Gelelim sadete...
Gezi Parkı Direnişi'nin üzerinden bir yıl geçtiğini biliyorsunuz. Bu zaman zarfında İstanbul'da, Ankara'da, Eskişehir'de, Hatay'da ölümler yaşandığını; bu illerde ve yurdun diğer köşelerinde olmadık kaba kuvvetler uygulandığını, insanlar üzerine gaz bombaları atıldığını, ilaçlı sular sıkıldığını, TOMA'larla müdahale edildiğini, havaya atılması gereken gaz çekirdekleriyle büyük yaralanmalar, sakatlanmalar yaşandığını; kadınların, gençlerin, çocukların gözlerini kaybettiğini; insanların sağlıklarının yanında işlerinden, aşlarından, okullarından olduğunu; dünyanın gözünde rezil rüsva olduğumuzu da biliyorsunuzdur...
Üstelik bütün bu sayılanların ve sayılmayan kötülüklerin artarak devam ettiğini de eklemek gerekiyor elbette...
Bu garip yapı, bu akıl dışı, çağ dışı zihniyet ve gücünü karanlıklardan alan bu yönetim tarzı devam ettikçe de zerre kadar iyileşme olmayacaktır...
Ortada bir devlet var mı? Var!
Yargı var mı? Var!
Güvenlik güçleri var mı? Var!
İstihbarat kurumları var mı? Var!
Ama bütün bunların bir de 'paralelleri' var; paralel yargı, paralel polis, paralel...
Başka paraleller de var elbette: Hükümet’in yarattığı hukuksal, siyasal, medya, ekonomik ve sosyal odakların oluşturduğu güç ile değişik askeri, siyasal ve diğer kollarıyla birlikte PKK gibi...
Şimdi dikkatli bakarsanız görürsünüz ki paralel kavramı iki çizgi için kullanılsa da bizim toplum ve devlet yapımızda bu sayı en az dörttür...
Ve son çizgi, yani örgüt paraleli; devlet ve diğer ikisinin birbiriyle çatışması sonucu adeta kafasına göre takılmaktadır. Canının istediği gibi vergi alıyor, asker yetiştiriyor, yol kesiyor, eylem yapıyor ve değişik kollardan pazarlıkalar eşliğinde propaganta çalışmalarını sürdürüyor...
Yan yana koyun şimdi parallelerimizi: Devlet, hükümet, cemaat, örgüt...
Sahi kim yönetiyor bu ülkeyi?
Devlet gücünü acze düşüren hükümet paraleli, örgüt paraleline diyor ki: Şu dağa kaçırılan çocukları alıp getirin! Yoksa A, B, C planlarını uygularız!..
Örgüt paraleli yanıt veriyor: Bu işleri ben yapacaksam, sen bostan korkuluğu musun? Kalk o koltuktan biz oturalım o zaman! Hem senin diğer planların da Öcalan’a yalvarmak ve ağlamaktan başka ne olabilir ki?..
Hükümet paralelinden çıt yok!
Cemaat paraleli ise tümüne meydan okuyor...
Asıl çizgi, yani devlet mi dediniz? Ha o da çakal sürüsü saldırısına uğramış maymun yavrusu gibi ağzını açıp kapatıyor sadece...