Anılarını paylaşan Rumelili bir teyze şöyle demişti;
“Evladım derdi benim rahmetli nenem, Drama’da Bulgar gitti ,Yunan geldi, Yunan gitti Alman geldi , halı gibi çiğnendik, fakat ne zaman memlekete geldik işte o zaman huzura erdik”
*
Düşman Drama yakınlarına dayandı. Yaşlı dedeler, babalar, delikanlılar eline tüfeği alan savunmaya geçti.
“Ölmek var , dönmek yok oğlum !” dedikleri için kaçmayıp çoğu şehit oldular.
Drama'da direniş vardı. Yunan her akşam iftar vakti insanları kurşuna dizmekteydi. Oruç açmak kimseye nasip olmadığı gibi, her iftar saati sürekli kayıp vardı. Kadınlar çocuklar baktılar olacak gibi değil katırların küfelerine evlatlarını oturtup, onları korumak için emniyetli gördükleri bir köye kaçırdılar.
Yolda yakalananların boğazlanarak şehit edildiği anlatılır...
Kurtulabilenler bir süre saklandı. Fakat daha sonra Drama’ya geri dönüşler başladı. Evleri düşman tarafından talan edilmişti. Tamamen yağmalanmış çoğu kullanılamaz hale gelmişti. Drama’da en çok söylenen söz şu olmuştu o günlerde; “Yunan giderken ağaçlarıda söküp götürmüş”
Aylarca tuzsuz “kaçamak” yemek zorunda kaldılar. Mısır unu ile yapılan bu yemeği uzun yıllar bir daha pişiren pek olmamış. O acı günlerin hatıralarını silmek için...
Dramada hem açlık var, hem de açlıktan ölen. Verem ise Rumeli’de o dönem en yaygın hastalık .
Büyüklerin dilinde hep şu dua var; “ Evlatlarımı Türk topraklarına bir çıkarabilsem “
*
Neticede mübadele olmuş bir çok aile gemi ile İzmir'e gelmiş. Urla'da karantina da beklemişler. Herkes yavaş yavaş dağılmış. Kendilerine teklif edilen yerlere korkudan gidememişler, İzmir'in Bayraklı'sını çok uzak bir yer sanmışlar mesela. Başka şehirlere gidenlerde benzer korkular yaşamış. Rum evlerine yerleşmişler. Tıpkı onlarında Drama’da bıraktıkları bahçe içindeki evlerine mübadele ile dönen nüfusun yerleştiği gibi.
*
Anılarını anlatan nene demişti ya; düşman ile halı gibi çiğnendikten sonra memlekette huzura erdik diye...Her şeyden önce ağır bir statü kaybı...Varın yoğun , evin barkın neyin varsa bırakıp geliyorsun. Hayata ,her şeye yeniden başlıyorsun. Mishal Drama’da kuyumcusun, İzmir’de incir işletmesine , çuval dikim işçisi olarak girip çalışıyorsun. Ama kendi vatanında kendi toprağındasın. İftar saati orucunu açabiliyorsun. İşte böyle bir şey kendi vatanında yaşamak...
*
Deyimlerin, terimlerin bile ne acı hatıraları anlamları varmış meğer yaşaya yaşaya yazılıyormuş...
Yazmadan önce hiç bilmediğim, içine hiç girmediğim bu dünyanın büyüleyici ve keskin gerçekliği beni etkiliyor gerçekten. Geçmişle ilgili ne biliyoruz? Büyüklerimizin bize anlattıklarını , bizde anlatabiliyor muyuz?Kaybolup gidiyor biz araştırıp , duyurmadıkça birer birer yaşananlar. Mübadele ile geldik derdi büyüklerimiz... Neleri yaşayıp gelmişler. Kendi öz yurtlarına, özlemle dönmüşler. Ama çalışmışlar, kazanmışlar.
Her mübadele bir yara imiş. Mübadele iki taraflı bir anlaşma olsada, her iki tarafıda yerinden eden bir gerçekmiş. Yazdıkça yoğruldum, okudukça , araştırdıkça içinde kayboldum. Ne yazık ki ufacık bir köşeye sığdırmaya çalıştım.
Bir kişi daha okusun ,biri daha unutmasın, gitsin birine hemen anlatsın diye yazdım. Zira kökü olmayan ağaç ayakta duramaz derler. Köklü bir ağacız. Belki üçüncü belki dördüncü kuşağız ama bu vatanı , vatan yapan bizi kardeşçe bir arada yaşatan, Türk’ü özgür kılan; “ NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diye haykıran Önderin hemşerisiyiz...
EVRİM TOK