Başta gerçek gazeteci, yazar ve edebiyatçılar olmak üzere, sanatın her dalıyla ilgilenip, uygulayanlar yaşadıkları toplumun kültüründen beslenirler.
Onlar toplumu izler, gözler, iletişime geçer, diyalog kurar ve insanlarla bilgisel ve davranışsal alışverişte bulunur.
Aldıklarını kendi bilgi, yetenek ve tecrübe potasında harmanlayıp, işledikten sonra da belli şekil ve kalıplar halinde topluma sunarlar.
Bu karşılıklı bir beslenme ve doyum meselesidir.
Toplum, sanat ve edebiyat yapan kişileri kültürel çeşitlilik anlamında doyurur. Yazar, şair, gazeteci ve sanatçı da topluma kendi ürettiklerini vererek, gelişmesini ve aydınlanmasını sağlar.
Ancak hiçbir zaman almadan vermek mümkün olmaz. Örneğin bir edebiyatçının gerçekçi yazılar yazması için toplumdan, hayatın yaşanmışlıklarından beslenmesi gerekir.
Bunun için de insanları gözlemlemesi, olayları özümsemesi ve kendine göre yorum ve değerlendirmelerle belli bir fikir ve düşünce doğrultusunda eserler oluşturup, topluma sunması gerekir.
Toplumdan izole bir yaşam süren, hayatın gerçeklerini bizzat yaşamayan, insanların dertlerini, sıkıntılarını, özlemlerini, arzularını görmeyen, bilmeyen bir yazar gerçek manada ne yazabilir ki.
O toplumun içinden çıkmayan, toprağının kokusunu, suyunun tadını bilmeyen, çiçeğini, böceğini tanımayan, dağlarında dolaşmayıp, meyvelerinden yemeyen bir sanatçı neyi, kime, nasıl anlatabilir?
Kopya çekmeyle sınıf geçen bir öğrenci bir şey öğrenemeyeceği gibi, ordan burdan aşırma yazılarla, ondan bundan alma eserlerle ne yazar olunur, ne şair ne de sanatçı.
Gerçek edebiyatçı, şair, yazar, gazeteci, kısacası kültürel eser üreten kişi bana göre bir yanardağa benzer. Altyapısında onu üretmeye zorlayan büyük bir birikim, bu birikimden kaynaklanan bir güç vardır.
Aksi takdirde her şeyi yüzeysel olur. Saman alevi gibi parlar ve söner. Geçmişi olmadığı gibi, geleceği de yoktur. Çünkü onu kıymetli kılan bir birikimi, sahip olduğu değerler bütünü yoktur.
Bu yüzden kültürel anlamda kökleri çok derinlerde olan bir toplumda doğan, tarihi ve coğrafi özellikleri bakımından insan ruhunu etkileyen özelliklere sahip topraklarda yaşayan insanlarının edebi ve sanatsal ürünler çıkarması daha kolay ve fazla olur.
Tıpkı bizim ülkemiz gibi. Tıpkı bizim içinde doğup, büyüdüğümüz toplum gibi. Nereye gitsen, hangi bölgesinde, hangi ikliminde yaşasan, hangi insanla bir araya gelsen kültürel anlamda mutlaka etkilenecek bir şey bulursun.
Acı ya da tatlı, insanı üzen ya da mutlu eden türlü türlü yaşanmışlıklar dinlersin. Bazen ağlar, bazen güler, bazen eğlenirsin. Ve toplumla bütünleşir, ondan aldığını yine ona verirsin.
Böyledir sanatçı olmak. Böyledir edebiyat yapmak. Böyledir doymak ve doyurmak. Karşılıklı alışveriştir. Topluma ayna olmaktır. Yansıtmaktır gerçekleri..
Bir sanatçı, bir edebiyatçı, bir şair kendini, yaşadığı toplumun gerçeklerinden soyutlayamaz. Gerçek bir gazeteci gözünün önünde meydana gelen olayları görmezden gelemez. Bunu yapan da ne sanatçı olur, ne edebiyatçı, ne de gazeteci.
Bir şeyi yapmak başka, yapıyormuş gibi davranmak başkadır. Ancak günümüzde böyle kişiler maalesef ki oldukça çok fazla. Yapıyormuş gibi yapanlar. Sanatı da, edebiyatı da, gazeteciliği de..
Böyleleri; öncelikle kendi çıkarını düşünen, topluma bir şey vermeyen, gününü gün edip, etliye sütlüye dokunmayan kişilerdir. Adının önüne kendiliğinden bir sıfat ekleyip, kendini gerçekten öyle sananlardır. Ama sanmakla, gerçekten öyle olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Bu dağları aşıp, gerçeğe ulaşmak için de bir fırın ekmek yemek gerekir.