Her şeyden, herkesten rahatsız olup da, yürüdüğü kaldırımın bozukluğunu bile telefonla belediye ilgililerine bildirmeyenler var. Her gün kullandığı yolda, oturduğu apartmanda, bindiği toplu taşım aracında ya da dinlendiği bir parkta karşılaştığı sorunları görmezden gelip “bana ne, başkası şikayet etsin” diyerek, görmezden gelenler var.
İşte bu nedenledir ki başımız dertten, burnumuz pis kokulardan kurtulmuyor. Oysaki zahmet edip bir telefon etsek, e-mail atarak ilgilisine iletsek, bizimle birlikte onlarca, yüzlerce insanın her gün yaşadığı bir sorun çözüme kavuşturulacak. Ama yapmıyoruz. Neden mi? Çünkü ihmalkarız. Çünkü vurdumduymazız. Çünkü benciliz. Çünkü rahatımız kaçsın istemiyoruz.
Aman biri bir şey der.. Aman başım derde girer.. Aman insanlarla kötü olurum.. Aman kimsenin şimşeklerini üzerime çekmeyeyim, diye düşünerek, bozuk kaldırımlarda yürüyor, çukurlarla, tümseklerle dolu yollarda araç kullanıyor, bankları kırık, parke taşları sökük, çiçekliklerini ot bürümüş parklarda oturuyor, gürültü patırtı içinde yaşıyoruz.
Vatandaşlık bilincimizin gelişmesi gerekir. Vatandaş olarak hangi haklara sahip olduğumuzu, kimlerden hangi hizmeti beklememiz, kimlere görevini hatırlatmamız gerektiğini bilmemiz gerekir. Biz yaşadığımız dünyayı, doğayı, çevreyi ancak bu bilince erişirsek güzelleştirebiliriz.
Her şeyden şikayet edip de, hiçbir şeye karışmadan, etliye sütlüye dokunmadan yaşarsak, gözümüzün önündeki sorunları görmezden gelip, dertlerimize Lokman Hekim dirilse de çare bulsa diye beklersek daha çok bekleriz.
Önce bir insan olarak, sorumlu bir vatandaş olarak, anne olarak, baba olarak, çalışan, çalıştıran olarak yaşadığımız yere ve sorunlarımıza sahip çıkmalıyız.
Her nerede ve nasıl yaşıyorsak yaşayalım etrafımızda olup biteni görmezden gelmeyelim, bana ne demeyelim, biri benim için yapar demeyelim.
Bu ülkenin bir vatandaşı, bu toplumun bir ferdi olarak, insanlarla ancak bu şekilde bütünleşip, kaynaşabiliriz.
Kimseye selam vermeden, bize selam verilmesini beklersek çok bekleriz. El uzatmadan, el uzatılmasını istersek yalnız kalırız.
Sahip çıkmalıyız.. Ülkemize, milletimize, arkadaşımıza, yolumuza, kaldırımımıza, parkımıza, sokakta yaşayan hayvanlarımıza, velhasıl yaşamımızda yer edinen canlı ya da cansız her şeye sahip çıkmalı, ilgi göstermeliyiz.
Bu dünyada yaşadığımızı, bu hayatın bir parçası olduğumuzu, kısacası varlığımızı ancak bu şekilde gösterebiliriz. Aksi takdirde var olan ama göze görünmeyen bir ruhtan, yürüyen hayaletten farkımız kalmaz.
Belki hiçbir şeye dokunmamak, kafa yormamak, kimsenin derdiyle tasasıyla ilgilenmemek, benim yerime birileri mutlaka düşünür, yapar diyerek hareket etmek bazılarına daha kolay gelebilir. Kendilerini bu şekilde daha mutlu hissedebilirler.
Zaten benim sözlerim de böylelerine değil. Ben bunları, okuduğunu anlayan, anladığından bir pay çıkaran, çıkardığı payda sorumluluk hisseden ve o sorumlukla bağlantılı adım atmayı görev sayan kişilere anlatmaya çalışıyorum.
Yoksa oturduğu yerden kalkmayı zahmet sayan, ağzını açıp konuşmayı kendine zul gören, hayatı yemek içmekten ibaret bilen, “geldik gidiyoruz, kalanlara selam olsun” felsefesiyle, bu dünyada hiçbir iz bırakmadan gitmeyi düşünenlere bir sözüm yok.
Hayat yaşamasını bilene güzel. Güzellikler ise bakmasını ve görmesini bilenler içindir. Dünyaya ve insanlara iyi bakan her insan, gözüne çirkin görünen bir şeye tahammül edemez. Dilini bağlasan gözleriyle, gözlerini bağlasan elleriyle anlatır derdini. Yeter ki yaşadığı hayata ve yere sahip çıkmasını bilsin..