Bu yaşıma geldim. En çok neyle mücadele ettin diye sorsanız: kendi nefsimle derim. Her gece yatarken bırakacağım diye kendime ısrarla söz verdiğim, her sabah o sözü unutup yeniden başladığım sigarayı şak diye bıraktım. Üstelik çok oldu. 20 Şubat 2008’de. Rüyalarımda içtim aylarca. Uyandığımda rüyaymış diye derin bir ohhh çektim. Kendimle gurur duyduğum en önemli icraatım diyebilirim. Kolay değil 18 yıl baca gibi tüttüm.

Bilgiye ulaşmak artık öyle kolay ki... Televizyonu açıyorsunuz. Karşınızda en popüler uzmanlardan biri çıkmış şekerin, hamur işinin zararlarını bir bir anlatıyor. O ana kadar aklıma gelmemiş tatlıların fotoğrafı gözlerimin önünden salına salına geçiyor. Gel de unut yemeden… Ya da sabah kalkıyorsun kahvaltı edeceksin, mis gibi kokan sıcak simide Ezine peyniriyle kim “hayır” diyebilir? Kaçaklar sadece bu kadarıyla sınırlı olsa belki kabul edilebilir ama sınırı yok ki. Belki de bu kahvaltının arkasına yine “hayır” diyemeyeceğimiz bir mantı gizlenmiştir.

Hayatta her şeyi kararında yapabilmek en doğrusu ama becerebilene. Becermek lazım. Her zaman oturup bir film izlemek yerine açık havada sporu tercih etmek lazım. Sosyal medyada saatler harcayacağımıza, bir kitap okumak lazım. Pastaneden şık bir pasta yaptıracağımıza, evde mümkün olduğunca doğal ürünlerden yapmak lazım. Her öğünü mükellef hazırlamak yerine bir öğünü yemyeşil salatalarla geçirmek lazım. Gazlı içecekler yerine, meyveleri sıkıp suyunu içmek lazım.

Amaaan boşver bir iki kilodan bir şey olmaz. Ölmeyecek miyiz dememek gerek. Bırakalım “Atın ölümü arpadan olsun.” atasözümüz atlar için geçerli olsun. “Seviyorum bırakamam.” ” İçim almıyor “ unutmamız gereken cümleler…

Düsturumuz “Son saniyeye kadar sağlıklı” olmalı.

Yürüyebiliyorken,

Koşabiliyorken,

Konuşabiliyorken,

Kendi kendimize kolaylıkla yetebiliyorken bu hayatla vedalaşmak gerek.

E o zaman, Nefsi’de  terbiye etmek gerek…