İstanbul Büyükşehir Belediyesi büyüklüğüne yakışır bir iş çıkarmış, işçi ve emekçilerin bayramı olduğu için tüm toplu taşıma araçlarını ücretsiz olarak hizmete sunmuş; Taksim Meydanı'na giden yolları ve meydanın çevresini çiçeklerle donatmıştı. Kendileri de emekçi olan belediye çalışanları meydana giriş yapan emektaşlarına ‘hoş geldiniz’ diyor, karanfiller veriyordu.
Emniyet Müdürlüğü de il valisinin talimatıyla yurttaşların kıllarına dahi zarar gelmeyecek tedbirleri almış, yürüyüş güzergahlarına çıkan ara yollara polis ekipleri ve araçları yerleştirmişti. Özel görevli polis memurlarının kortejlerde yer alan emekçilere güller dağıttığı görülürken; marşlar, sloganlar, müzik ve alkışlar yeri göğü inletiyordu.
Her biri milyonlarca emekçiyi temsil eden işçi konfederasyonları ile kamu alanında örgütlü konfederasyonlar tek vücut olmuş, belli bir program dahilinde ve kendilerine ayrılan güzergahlarda merkezden gelen uyarılar doğrultusunda emek için 'Kutsal Mekan' olarak değerlendirilen Taksim Meydanı'na doğru akıyordu.
Evet, milyonlar ayaktaydı, milyonlar yoldaydı, milyonlar alanlardaydı...
İl Valisi, emniyet müdürünü de yanına alarak havadan, karadan denetlemeler yapıyor, en küçük bir olumsuzluk yaşanmasın, bir tek emekçinin bile burnu kanamasın diye çırpınıyordu. Çünkü milyonların can güvenliği onun sorumluluğundaydı ve ortaya çıkabilecek en küçük bir olumsuzluk bile vicdan azabı çekmesine, hesap vermesine ve belki de görevinden olmasına yol açabilirdi.
Kaldı ki kendisine ceza verilmese bile artık o koltukta oturamaz, oradan kazandığı parayı çoluk çocuğuna yediremezdi...
İstanbul Valisi, yanındakilere aktardığı ve hayıflandığı düşüncesini telefonla İBB Başkanı'na da aktarıyordu; "Sayın Başkan, çicekler, güller, karşılama ekipleri falan çok güzel de, keşke şehri, hiç değilse meydanı havadan karadan gül suyu ile yıkasaydık.."
Başkan'ın kısık sesinde ise şu cümleler seçiliyordu; "Keşke daha önce düşünebilseydik Sayın Vali'm, artık önümüzdeki yıl uygularız. Bu halka, emekçi insanlara harcanacak para ibadet için yatırım sayılır. Üreten onlar, var eden onlar, vergi veren onlar; onlardan herhangi bir şey esirgeyemeyiz."
Milyonlar meydana çıkan yollarla Taksim'e akarken, buradaki hazırlıklar da tamamlanmış, gerekli düzenlemeler yapılmıştı. Programı sunacak görevliler günün anlamı ile ilgili bilgiler eşliğinde özdeyişlere, önemli kişilerin sözlerine yer veriyor, yaşanmışlıklardan pasajlar aktarıyorlardı. Kitlelerin yerleşimini saglamak üzere sık sık uyarılar yapan, alana giren gruplara 'Hoşgeldiniz' diyen sunucular, aralarda da ya müzikler çalıyor ya da kimi sanatçılara birer ikişer parça seslendirmeleri için fırsat tanıyordu.
Muhteşem kalabalık Taksim Meydanı'na sığmadığı için yan yollar da kilometrelerce hınca hınç dolmuştu. Arkada kalan emekçiler daha fazla mağdur olmasınlar diye her tarafa yansıtıcılar kurulmuş ve Taksim Meydanı her yere taşınmıştı adeta.
Milyonların hep bir ağızdan haykırdığı sloganlar eşliğinde düzenleme komitesi adına konuşma yapmak üzere kürsüye gelen yetkiliden önce 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı'na katılan siyasi kişilikler ile iş, sanat, spor ve temsilciliklerden kişiler anons ediliyordu. Kimler yoktu ki alanda? Cumhurbaşkanı vardı, Başbakan oradaydı, bakanlar, muhalefet partilerinin liderleri, milletvekilleri; ülkenin önemli iş adamları, sanatçıları, sporcuları hepsi oradaydı. Çeşitli ülkelerin temsilcileri de bu muhteşem coşkuyu, barış içinde gerçekleştirilen emeğin bayramını kaçırmak istememişlerdi...
Yönetim anlayışının doğruluğu ve yöneticilerin basiretli tutumu ile her karış toprağı barışa, kardeşliğe, sevgiye kesen ülkemizde medya da boş durmuyordu elbette. Ülkede ne kadar televizyon, radyo varsa hepsi canlı yayınlıyordu. Yayınlara kendi gücüyle ulaşamayanlara ise TRT destek veriyordu. Keza dünya televizyonlarının gözü kulağı da Taksim Meydanı'ndaydı. 'Olağanüstü', 'inanılmaz', 'Türkiye tek yürek olmuş' gibi anonslarla geçiyorlardı ülkelerine yabancı yayıncılar.
Kutlama Komitesi adına konuşan yetkili; işçi hakları, örgütlülük, emeğin en yüce değer olması ve geçmişte yaşanan acılardan söz ederken, katılımcılar hep bir ağızdan barış sloganları atıyordu.
Sanatçıların, sporcuların, farklı yaşam tercihi benimseyenlerin ve farklılığını ortaya koymak isteyenlerin gösterileri eşliğinde kısa konuşmalarla kitlenin karşısına çıkan ünlülerin heyecanı alanı sararken; ses sanatçıları alanı dalgalandırıyordu.
Bu harikulade kutlama sona erip katılımcılar dağılırken, başta ülke ve şehir yöneticileri olmak üzere protokolde yer alanlar kutlama komitesini tebrik ediyor, katkı teşekkürlerini kabul ediyordu..
Nerede mi olup bitti bütün bunlar?
Bizim ülkemizde elbette!
Hayal işte; ülkemde insanlığın egemen olduğunu ve insanlar tarafından yönetildiğini düşünmüşüm!
Şimdi değil elbette, ama bir gün mutlaka!
Bu ülke de güzel şeylere layıktır...
ÇOK ÖNEMLİ NOT: Eyyy benim güzel vatandaşım!
Sen gerçekten bu hayaldeki gibi, hiç değilse ona yakın bir ülkede yaşamak istiyor musun?
Ülkende barış olsun, demokrasi olsun, kardeşlik olsun, birlik olsun istiyor musun?
Yanıtın EVET ise yap işte gereğini!
Yok HAYIR diyorsan, 'böyle iyi' diyorsan OTUN SAMANIN BOL OLSUN derim, başka da ne diyebilirim ki!..