Her yıl 8 Mart geldiğinde kutlamalar yapılır, çiçekler alınır, sosyal medyada mesajlar paylaşılır. Ancak bugünün tarihine baktığımızda, kutlamaktan ziyade düşünmemiz ve sorgulamamız gereken birçok şey olduğu ortaya çıkıyor. 8 Mart, kadınların eşit haklar mücadelesinin, sendikal haklar ve oy kullanma taleplerinin bir yansımasıdır. Ancak bugün geldiğimiz noktada, bu mücadelenin ne kadarının kazanıldığı, ne kadarının ticari bir güne dönüştüğü sorusunu sormamız gerekiyor.

8 Mart’ın tarihine baktığımızda, kadın hakları mücadelesinin önemli dönüm noktalarını görüyoruz. Bunlardan biri, Rusya’da çarlığın yıkılmasına yol açan 1917 Şubat Devrimi’dir. Bu devrim, 8 Mart (Rusya’da o dönemde kullanılan Jülyen takvimine göre 23 Şubat) günü kadın işçilerin başlattığı büyük bir yürüyüş ve grev ile başlamıştır. Kadınların ekmek ve barış talebiyle sokağa çıkması, Rusya tarihindeki büyük değişimlerden birini tetiklemiştir.

Bir diğer önemli olay ise 8 Mart 1908’de ABD’nin New York kentinde gerçekleşmiştir. Çoğunluğu sosyalist olan kadın işçilerin öncülüğünde, daha iyi çalışma koşulları, sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı talepleriyle büyük bir miting düzenlenmiştir. Bu eylem, kadın hakları hareketinin Amerika’daki en önemli adımlarından biri olmuştur.

Bunlarla paralellik gösteren fakat daha sonra gündeme gelen bir diğer olay ise 25 Mart 1911’de yine New York’ta yaşanan Triangle Gömlek Fabrikası yangınıdır. Bu trajik olayda, fabrika yönetiminin güvenlik önlemleri almaması ve işçileri adeta bir hapishane gibi çalıştırması nedeniyle 146 işçi, çoğunluğu kadın olmak üzere, yanarak veya pencerelerden atlayarak hayatını kaybetmiştir. Bu olay, işçi hakları ve kadın hakları mücadelesi açısından büyük bir dönüm noktası olmuştur.
Tüm bu olaylar, kadınların haklarını aramak zorunda bırakıldığını ve bu mücadelenin yüzyıllardır sürdüğünü gösteriyor. Bugün hâlâ dünyanın birçok yerinde kadınlar toplumsal cinsiyet rolleriyle sınırlandırılıyor. 

Üsküdar Belediye Başkanı Sinem Dedetaş, katıldığı 8 Mart ile alakalı bir programda şu sözleri sarf ediyor: "Erkeklere 'Eşinize yardım ediyor musunuz?' diye soruluyor. Kadınlar olarak bize bu soru hiç soruluyor mu? Hepsi bizim işimiz; bulaşıkları yıkamak da bizim işimiz, yemeği hazırlamak da, çamaşırları yıkamak da... Ama erkeklere soruluyor: 'Eşine yardım ediyor musun?' İşte bu da kaldırmamız gereken sorulardan biri." Dedetaş’ın sözleri, zihniyetin değişmesi gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koyuyor.

Türkiye’de 7 milyon kadının telefonuna KADES uygulamasını indirdiğini biliyoruz. Bu, 7 milyon kadının kendini güvende hissetmediği, şiddetle karşı karşıya kalma ihtimali olduğunu düşündüğü anlamına geliyor. Kendi toplumumuzda, bir erkeğin eşine çiçek almaması ya da tabağını bile masadan kaldırmaması olağan bir durum olarak kabul ediliyor. Bir kadın işçinin, çalıştığı belediyenin 8 Mart için düzenlediği küçük bir jest karşısında "Bu yaşıma kadar böyle bir şey görmedim" demesi, kadınların hayatlarında hiç değer gördüğünü hissetmemiş olabileceğini gösteriyor. Bazı kadınlar için hayat sadece şiddeti görmekten ibaret.
Peki, tüm bunların ışığında 8 Mart gerçekten kutlanmalı mı? Yoksa bugün, kadınların her gün karşı karşıya kaldığı eşitsizlikleri ve mücadeleleri hatırlatan bir farkındalık günü mü olmalı? Bir demet çiçekle geçiştirilen bugün, aslında kadınların insanca yaşama haklarının güvence altına alındığı bir dünya için bir mihenk taşı olmalı.

Kadınlar, sadece bir gün hatırlanmayı değil, her gün hak ettikleri saygıyı görmeyi hak ediyorlar. 8 Mart’ı kutlamaktan ziyade, bugünün neden hâlâ var olduğunu, neden hâlâ kadınların mücadele etmek zorunda bırakıldığını sorgulamak gerekiyor. Çünkü gerçek değişim, sadece bir gün değil, her gün kadınların insan olduğu gerçeğini kabul etmekle başlayacak.